İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Tavizsiz bir çocuk yayıncılığı…

Enkidu Yayınları, sadece resimli çocuk kitapları yapan ve
çizgisinden taviz vermeyen küçük bir yayınevi. Kitaplarının
hepsi ayrı bir görsel şölen. Üç ayrı dilde yayımlanan
kitapları Deniz ve Tavşancık’ı alıp çaldık kapılarını…

Zarife BİLİZ

Bu ayki kapak röportajımızı Enkidu Yayınları’na ayırdık. Çoğunuzun belki adını bile duymadığı bu yayınevi, ticari açıdan taşıdığı tüm açmazlara rağmen sadece resimli çocuk kitapları yayımlıyor. Çeviri kitaplardan ziyade yerli ve özgün yapımlara şans tanıyor, bu topraklardaki yetenekleri ortaya çıkarma çabasıyla özgün işlerin peşine düşüyor. Evet, risk alıyorlar ve maddi imkânsızlıklardan dolayı sürekli kitap yapamıyorlar belki ama inandıkları şeyler için nitelikten, yaratıcılıktan taviz vermeden, zarar etmeyi göze alarak inançla çalışıyorlar. Zaten onlar kendilerini bir yayınevi olarak değil, değişik disiplinlerden gelen insanların düşlerini, yaratıcılıklarını ve emeklerini birleştirdikleri bir kolektif olarak tanımlıyor; resimli çocuk kitabının bir tür olarak taşıdığı anlama hakkını vermek için görsel ve plastik sanatlarla olan bağlarına ayrı bir önem veriyorlar.

Bu güzel girişimi hayata geçiren, tüm zorluklara rağmen düşlerinden vazgeçmeden inatla yollarına devam eden, hem yazan hem çizen, hem de başka projelere imkân yaratmak için çabalayan Özlem (Şekercioğlu Lesport) ve Zümrüt (Alp) ile güzel bir kahvaltıda buluştuk. Son çıkan ve üç ayrı dilde yayımlanan kitapları Deniz ve Tavşancık’ı çok beğenen yazarımız Şiirsel Taş’ı da davet ettik. Çocuk yayıncılığı ve edebiyatının sorunlarından piyasanın taşıdığı açmazlara, toplumsal yapının etkilerinden sanata ve yaratıcılığa pek çok konu içeren sıcak sohbetimizden bu sayfalara sığdırabildiklerimiz…

Zarife: Enkidu Yayınları Türkiye çocuk yayıncılığında özgün ve farklı çizgisiyle göz dolduran, öte yandan gözlerden bir hayli uzakta kalan bir yayınevi. Biraz Enkidu’dan, yola çıkış saiklerinden bahsedelim mi?

Özlem: Enkidu’nun çıkışında iki şey var. Bunların ilki, Türkiye’de ağırlıklı olarak çeviri kitaplara yer verilmesi. Ama bu coğrafyada da yetenekli insanlar var. Yeter ki çeviri eserlere karşı gösterdiğimiz açıklığı, yerli projelere karşı da gösterebilelim. Ben mesela işin görsel kısmından daha çok keyif alıyorum, bu alanda çok yetenekli insanlar var. Ama yayınevlerinin, editörlerin
bakışı dar olduğu gibi, plastik sanatlardaki insanlarla bağları da yok. Bir kitap yapacaklarında bunu kimin yapabileceğini bilmiyorlar. İnce eleyip sık dokumuyorlar. Biz biraz buna önem vermek istedik. Doğru projede doğru insanları buluşturabilmeyi amaçladık.

Zümrüt: Biraz da atölye olmak istedik. Amacımız oydu.
Özlem: Evet, atölye gibi. Benim hayatımda plastik sanatlarla uğraşan çok insan var; ressamlar, heykeltıraşlar, animatörler… Örneğin bir hikâyemiz vardı: Ada Hikâyeleri. Bu öykü için iki
sene boyunca on tane çizer gezdik. Her hikâyeyi her çizer yapamaz, ben mesel, fantastik hikâye çizemem, yapamam. Daha ziyade doğadan ve bu dünyadan beslenen biriyim. Benim beslendiğim
şeyler, erik ağacı, sokaktaki kedi, böcekler falan. O yüzden fantastik bir hikâye için başka birisinin aranması gerekir, algısının farklı olması gerekir. Biz biraz Enkidu’da bunu yapmayı hedefledik.

Zarife: Evet, sadece resimli kitaplar yapan bir yayınevi olmanız da bu kaygınızla örtüşüyor sanırım.
Özlem: Kesinlikle. Yolumuz açık olursa, gelen öykünün ruhuna göre çizer arayıp buluyoruz. Evet, bir atölye gibiyiz. Hani biri yazsın, biri çizsin, öteki düzeltsin, öteki fotoğraf çeksin, heykel yapsın… Biraz sinemacılıktan da anlarım, öyle bir geçmişim var. Oradaki kolektif çalışmayı Enkidu’ya da taşıdım, bu biraz pahalıya mal oldu ama değdi de. Postacı Çocuk mesela. Deli işi yani. Prodüksiyon gerektiren bir iş. Küçücük bir set kurup maketçisi, kuklacısı, ışıkçısı, fotoğrafçısıyla çalışıyor, kitaba yansıyan yepyeni bir görsel evren yaratıyorsun.

Zarife: Ben kitaplardan resmen büyülendim. Bu kadar emek, böyle özgün bir yaratı… Postacı Çocuk’un görsel evrenini yaratmak kim bilir ne kadar zaman aldı…
Zümrüt: Öyle tabii, kaç hafta sürdü sırf çizilmesi. Üstelik tamamen zararına yapılan bir iş.
Özlem: Şu kitabı bir versene, bir anekdot anlatacağım. (“Postacı Çocuk”un üçüncü kitabı Sürpriz Davet’i eline alıyor.) İlhan sağolsun, bu Eyfel Kulesi’ni dondurma çubuklarından yaptı. Son-ra
fotoğraflar geldi. Biz de oğlum Yunus’la bakıyoruz. Yunus, “Ne… bu kadar dondurma mı yediniz?” dedi. İşte her zorlu yolculuğun böyle bir kaç anekdotu var. Zorluklara rağmen sonunda seni mutlu eden bir şey var.

Zarife: Ama zaten bu emek kitaplardan anlaşılıyor, yapılan her bir maketin uğraş gerektirdiği, ince ince tasarlanıp uygulandığı çok belli. Peki, “Postacı Çocuk” serisinin ortaya çıkma sürecinde kaç kişi çalıştı?
Özlem: Maketlerde 4-5 kişi var. Hepsi kitabın arkasında yazıyor zaten. İki de fotoğrafçı çalıştı. Sonra kostümler için de çalışanlar var. Her kitap için farklı kişiler. Aslında ben “Bütün canlar bir olsun!” diye çalışmayı severim. Normalde bir çocuk kitabı için bir köşede oturursun, yazıp çizersin. Biricik bir şeydir. Ama ben öyle çalışmaktan sıkılıyorum. Tek başına çalışmak hiç bana göre
değil. Belki o yüzden yıllarca sinema yaptım. Sinemada kırk kişiyle çalışıyorsun, hepsi farklı farklı. Görüntü yönetmeni Brüksel den gelmiş; yönetmen Etiler’den; Ümraniye’den ışıkçı… Çok renkli bir ortam, onların hepsinden öğrenilecek şeyler var. Biz Enkidu’da böyle bir şey yapmak istedik.

Zarife: En son çıkan kitap Deniz ve Tavşancık, değil mi? Önceki kitapla arada çok boşluk var mı?
Özlem: Bu yıl iki kitap çıktı uzun bir aradan sonra. Sermaye yok, kitaplardan gelen bir para da yok. Hiç kârlı çıkamadık bu işten. Zümrüt de ben de daha çok yapım aşamasıyla ilgiliyiz. Dağıtımdan,
satış ve pazarlamadan anladığımız yok, bilmiyoruz. Kitaplar büyük kitapevlerinde hep arka planda kalıyor, onları da ancak çok bilinçli anne baba bulabilir…

Zarife: Sektörün ciddi bir handikabı bu sanırım. İşin niteliğiyle satış ve pazarlama arasında bir doğru orantı olmaması…
Zümrüt: Biz zaten yayıncılıktan gelen insanlar değiliz. Başka işlerle paramızı kazanıyoruz. Bana bir gün bir arkadaşım anlatmıştı. Bu işin bir piramit şeklinde olması gerekir diye. En üstte üretici,
ortada satıcı, en altta tüketici. Yani az üretici, çok satıcı, en çok da okur olması gerekiyor. Bizde ise tam tersi. Çok fazla, üretici, yayıncı, yayınevi var. Ama satış noktası çok az. Olanlar
da tekel halinde. Küçük aktörü elimine etmeye çalışıyorlar. Devlet yardımları var ama onlar da sosyal yardım, çok kültürlülük, çeviri projeleri gibi şeylere gidiyor. Bizim gibi özgün şeyler üretip
yayımlamaya çalışanlar pastanın dışında kalıyor. Zaten sektör ağlayan bir sektör. Ben geçenlerde dağıtımcıyla konuştum, 8 aydır ödeme almıyorduk, ne zaman alırız, dedim. Adamın ilk
tepkisi şu oldu: “Ödeme mi? Tamam, o zaman sipariş iptal.” Küt. Hani, bunu beklemiyorsun. Bir süre sonra o ilişkileri kurmamak üzerine tanımladık biz de kendimizi. İnternet sitesini kapattık.
Blog açıp satışı oraya koyduk. DNR’dan çekildik. Bir tek İdefix’le çalışıyoruz.

Şiirsel: Ben fuarlardan takip ediyorum, o yaş grubuna genelde anne baba kitap alıyor. İçindeki azıcık yazıyı da görünce orada okuyorlar kitabı. Sonra da geri bırakıyorlar.
Zümrüt: Genelde çok metin sevmiyorlar. Çünkü anne baba okuyacaksa zahmetli oluyor. Biz açıkçası tüketicinin taleplerine hiç kafa yormuyoruz. Biz ne yapmak istiyoruz, diye başladık işe. En iyisini yaptık diye bir iddiamız da yok. Elimizden ne gelirse onu yapıyoruz, buna ayrı bir misyon yüklemiyoruz. Neyi becerebilirsek onu yaptık. Kendimizi kasmadık yani.

Zarife: Çocuk edebiyatında asıl tıkanıklık metin alanında sanki. Yoksa görsel açıdan çok başarılı yerli işler çıkıyor.
Zümrüt: İyi metin varsa ona ressam bulunur.
Özlem: Yayıncıların da biraz yüreklerinin açık olması lazım. Bu sırf yayıncıya özel değil, tüm toplumda yaygın bir şey. Fazla koruyucu aile yapısından da kaynaklanıyor. Son yıllarda hep çocuklarla çalışıyorum. Yaşadığım sıkıntı hiç çocuktan kaynaklanmıyor, çünkü çocuk açık, ama yetişkinler… Geçenlerde Boğaziçi’nin kurduğu bir kreşte “denizler atölyesi” yapıyordum. Müdür de yanımda. Şöyle bir cümle kurmuşum: “Biz insanlar, balıkları gereğinden fazla öldürüyoruz.” Ama “öldürmek” sözcüğünü kullanmamam gerekiyormuş. Ölüm, doğum ve cinsellik yasak. Cin bile yasak, büyü
müyü…
Zümrüt: Aynı şey başka kitaplarda da başımıza geldi. Çocuklara cinlerden, perilerden bahsetmeyin, diyorlar. Ben de diyorum ki “Size mi yazalım cinler hakkında?” Yani cinler, periler zaten
çocuğun dünyasında. Harry Potter’da var ama sorun olmuyor, dışarıdan gelince tamam yani. Sansürler, otosanürler… Türkiye’de yuvalar da sorunlu. Çok bilinçsizler, oraların okul olduğunu anlayamıyorlar. Eğer senin bir okuma saatin varsa yayımlanan kitapları bilmelisin. Ama bazılarında düzgün kitap bile yok. Bir sektörün oluşabilmesi için bunun yan sektörlerden beslenmesi gerek. Satış ve beslenme kanallarının açık olması gerek. Farklı kitaplar yapıyorsun, sözsüz kitaplar mesela. Bizim Gezgin Kedi öyle. Amaç, çocuğun bir şeyler yaratması. Ayrıca müzik de var bu kitapta. Sırf o kitap için bestelenmiş, hem de atonal bir müzik. Amaç yaratıcı olmak. Ama bu kitaplar çocuğa ulaşıyor mu?.. O apayrı bir sorun.
Özlem: Bunlar interaktif kitaplar. İçinde resmin yanı sıra balonlar var. Çocuklar bir şeyler yazabilir oralara. Ben çocuklarla çalışırken bir şeyler yazıyorlardı üstüne. İnteraktif boyama kitapları da var. Türkiye’de ve dünyada artıyor bu kitaplar. Metinle yönlendirip resimle destekliyorsun çocuğu.

Zarife: Enkidu sadece resimli çocuk kitabı yapan, bu alanda uzmanlaşmış ender yayınevlerinden. Biraz da bu türe özgü sorunlardan bahsedelim mi…
Zümrüt: Ben isterim ki bir ressama bir metin götürdüğümde bu onun dünyasından olsun. Kendi özgünlüğünü, görsel dünyasını o metin üzerinden yansıtabilsin. Ama ressam da kasıyor kendini. İlle de çocuk kitabına uygun bir şey olması gerektiğini düşünüyor. Yok öyle bir şey. Resim ve yazı birlikte gider. Metinde, “Kırmızı bir balon var,” diyorsa sen onu resmetmek zorunda değilsin. Metin zaten diyor onu. Çocuk okumuyor, resme bakıyor. Sadece çelişmemesi gerek. Bunlar birbirini tamamlar. Birbirini silmez. Yani çocuğun resimlerle kendine yeni bir hikâye yaratmasına izin vermek lazım. Metinler de çok soyut olabilir. Batı’da da böyle bir sorun var. Hep bir hikâye anlatma isteği duyuyorlar. Normal edebiyatta ne arıyorsanız, onu çocuğa da yansıtabilirsiniz. Çocuk diye basitleştirmemek gerekli. Mesel, YKY Sait Faik’in çocuk öykülerini bastı. Çok müthiş. Yine İş Kültür’ün bir antolojisi var. Orada Necati Tosuner, Sait Faik gibi pek çok yazarın çocuk öyküleri var. Onlar kendileri gibi yazıyorlar, çocuğa uygunları da bir araya getiriliyor.

Zarife: Türkçede yayımlanan çocuk kitaplarının çoğunda illa bir macera arayışı var. Ama sizin kitaplarınız bu açıdan farklı. Öykülerde sıradan olanın içindeki büyü var ve kitabın sonunda da özel bir şey olmuyor. Sıradan hayatın içinde bulunan, çocuğun henüz kaybetmediği o büyüyü yakalamışsınız ki bence zor olan da zaten bu.
Zümrüt: Bu biraz bizim edebiyat zevkimizle alakalı. Sonuçta ben öyküde gerilim aramam. Kısa öyküyü daha çok severim. Başı, sonu olan bir şeyden ziyade bir anı anlatan öyküleri daha hoş bulurum. Ama tabii macera karşıtı da değiliz. Biz zaten macera yazamıyoruz.
Özlem: Bence ne kadar sade o kadar iyi! Çünkü olan her şey yeterince büyülü. Bir nar ağacının çiçek açması, onun nar olması da yeterince büyülü.

Zarife: Son çıkan kitabınız Deniz ve Tavşancık, 2-4 yaş arasına hitap eden bir kitap. Hikâyesi gayet nahif, görsel tasarımı gene özgün. Özlem, sen resimlemişsin, Demet Hakman yazmış. Dikkat çeken bir nokta da kitabın Türkçe, Kürtçe ve Ermenice olmak üzere üç dilde yayımlanmış olması…
Zümrüt: Biz yayınevini kurduğumuz zaman Türkçe ve Kürtçe yayın yapmayı planlamıştık. Türkiye’de bütün okullarda Çince dâhil bir sürü yabancı dil var. Arapça yok, Osmanlıca yok, Ermenice, Kürtçe yok. Türkiye’de Türkçe dışında diller konuşuluyor ama bunları yaşatmak için çaba yok. O yüzden Kürtçe baskı bizim için satış amaçlı değil, sembolik. Fakat Ermenice baskıda satış amacımız vardı. Ben asıl şunu merak ediyorum: Çocuğuna anadilinde kitap arayan bir insan bizi bulabilir mi? Bir de şöyle bir sorun var Kürtçe yayıncılıkla ilgili olarak. Mesela Avesta Küçük Prens’i Kürtçe çıkarmış. Sonra Yaşar Kemal, “Niye benim kitaplarımı da çevirmiyorsunuz?” demiş. Burada yaşayan Kürtlerin çoğu zaten Türkçe biliyor. Sen İngilizce biliyorsan İngiliz bir yazarın çevirisini alır mısın? Hayır. Fakat çocuk kitapları farklı. Orada amaç, çocuğun anadilinde bir şeye sahip olması, anadilini geliştirmesi. Çünkü insanın anadili zengin, gelişkin olmazsa hiçbir şeyi iyice öğrenemez. Bizim ülkemizde bunu anlamıyorlar. Anadili tramvatize olan insanlar ömür boyu tutuk olur. Çünkü sen ilkokulda, Türksen İngilizce baskısı, Kürtsen Türkçe baskısı görüyorsun. Öncelikli amaç çocuğun anadilini geliştirmek olmalı. Bence yayıncılar bu konuya dikkat etmeli.

Derya û Kêvroşk
Demet Hakman
Xêzkar: Özlem Şekercioğlu Lesport
Wergera ji Tirkî: Songül Keskin
Enkidu Kitap, 32 sayfa
Show More