İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Bak şu konuşmayana!

Çocuğun sesiyle yazdığımızı düşündüğümüz her şeyi kendi yetişkin sesimizle yazıyoruz aslında. O yetişkin sesini bastırmak gerçekten ustalık istiyor.

Yetişkin edebiyatında kalem oynatırken çocuk edebiyatı alanında da ürün veren yazarlar konvoyuna katılan gazeteci-yazar Mine G. Kırıkkanat ilk çocuk kitabı olan Büyümek İstemiyorum’da, büyümek istemeyen küçük bir çocuğun ne kadar direnirse dirensin karşı koyamadığı büyüme sürecinde çektiği sancıları anlatıyor. Kitabı torunu Luka Can’dan esinlenerek kaleme alan Kırıkkanat’ın önsözde de belirttiği gibi, hayatının beş yılını anaokulu öğretmenliği yaparak geçirdiğini çoğumuz bilmiyoruzdur herhalde. Dolayısıyla önsözde o yıllardaki tecrübesinden pedagojik sonuçlar çıkardığı vurgusuyla söze başlayan yazarın kitabında, çocuklarla olan deneyimi ve birikiminden de izler bulacağımız varsayımıyla başlıyoruz okumaya.

ÇOK DİLLİLİK

İki yaşını dolduran Luka Can, büyümenin başına açacağı işleri öngördüğü için söylenen her şeyi anlasa da konuşmayı reddeder. Söylenen her şeyi derken üç farklı dilden bahsediyorum çünkü Can ana dili Türkçe olan bir ailede, Türkçe (kendi tanımıyla Televizyonca), İngilizce ve Fransızca konuşulan çok dilli bir ortamda yetişmektedir. Yazar, çok dilli çocuk yetiştirme çabalarını kitabın başında epey tiye almış. “Ooomayşugar, oomaypritibeybi” sözlerini duymaktan pek de haz etmeyen Can, sonunda annesinin hiç değilse “sevgi sözcükleri” için Televizyoncayı kullanmaya karar vermesine pek sevinir. İşten kalan dar vakitte iki yaşındaki çocuğuyla Fransızca konuşmak için çaba gösteren bir baba ve ondan daha da büyük bir ısrar ve inatla yine Fransızca konuşan babaanneyle Luka Can’ın dil üçgeni tamamlanır. Dördüncü bir dil daha vardır aslında: her küçük çocuk gibi Can’ın da kullandığı kendine özgü sözcüklerden oluşan bebekçe. Ama bu dil büyükler arasında pek muteber değildir ne yazık ki. Küçük çocuğun konuşmamaktaki ısrarı sadece büyümeye karşı gösterdiği dirençten değil, biraz da bu çok dilli konuşma baskısından kaynaklanır sanki. Yazar bu noktalarda, küçük bir çocuğun gözünden yetişkin tavrına dair eleştiri getirmeye çalışıyor. Ancak çocuk edebiyatının bir açmazına yakalanıyor: Çocuğun sesiyle yazdığımızı düşündüğümüz her şeyi kendi yetişkin sesimizle yazıyoruz aslında. O yetişkin sesini bastırmak gerçekten ustalık istiyor. Kırıkkanat ise kitapta bazı pedagojik çıkarımlarda bulunup beklentileri yüksek bir ailede büyümenin çocuğa yüklediklerini eleştirmeye çalışırken, Can’ın gözünden görüp ben diliyle anlattığı her şeyi, aslında kendi gözlüğünün ardından gördüğü şekliyle yansıtıyor. Yetişkin karşısında çocuğun safını tutarmış gibi görünürken, çocuğun anlatısına sızan o baskın yetişkin sesine hâkim olamadığı için kimi yerlerde fena halde tökezliyor

Bunun en belirgin örneğini, anlatının zannımca en can alıcı noktasını oluşturan tuvalet eğitimi meselesinde görüyoruz. Bir gece ebeveynlerinin konuşmalarına kulak kabartan Can, henüz konuş(a)madığı için annesinin endişelerini yatıştırmaya çalışan babasının “Hatırlasana, kakasını çişini söylememesini de sorun etmiştik, sonra bir anda çözüldü,” sözleriyle geçmişe dönerek yaşadığı travmatik tecrübeyi anlatıyor. Ama öncesinde anne babasının kendisini oturağa oturtma ısrarı karşısında “Öyle zorladılar ki, oturaktan nefret ettim. Onlar oturtmaya çalıştıkça, basıyordum çığlığı,” sözleriyle tepkisini dillendiriyor. Ardından babaannesiyle geçirdiği ve sorunun çözümlendiği (!) o talihsiz günü anlatıyor. “İyi eğlenmiştim, ama sabahtan beri altım değişmemişti. Oysa çişimi de kakamı da yapmıştım, kirli bezim iyice ıslanmış, ağırlaşmıştı, popoma yapışıyordu.” Babaannesi Luka Can’ı eve götürür ama bezinin kirlendiğini kendince anlatmaya çalışan torununun derdini anlamazdan gelir ve onu altını değiştirmeden öğle uykusuna yatırır. “Uyandığımda, altımdaki ıslaklık artık bacaklarımdan akıyor, iyice ağırlaşan bezim çok rahatsız ediyordu. Çığlığı bastım.” Ne yazık ki Luka Can’ın çığlığı basması fayda etmez. Bu sistemli işkenceden kurtulabilmek için,babaannesinin hem Türkçe hem de Fransızca sorduğu “Kaka mı? Çiş mi?” sorusuna yanıt vermek zorundadır. Babaannenin yöntemi kabul edilebilir olmamakla birlikte sonunda amacına ulaşıyor. Ve söze “Bugün düşünüyorum da, keşke kakamı çişimi haber vermeseydim, bezime yapmakta direnebilseydim…” diye başlayan Can, bakın az sonra neler söylüyor: “Artık altıma bez de bağlamıyorlar. Çünkü her çişim ya da kakam geldiğinde, o pis bezin ağırlığını, ıslaklığını anımsıyorum. Sonuç olarak oturaktan şikâyetçi değilim. Rahatmış.” Böylece lafa “keşke direnebilseydim” ile başlayan küçük çocuğun sesinin yerini az sonra ona “iyi ki direnmemişim” dedirten, bu travmatik tecrübeyi “olumlayan” ve kendini “aklayan” yetişkinin sesi alıyor.

ÇOCUĞUN DİLİ

Ancak çelişkiler bununla da sınırlı kalmıyor. Babaannenin gerçek niyeti çocuğu oturağa alıştırmaksa eğer, neden bezini göstererek meramını kendince anlatması yetmiyor da ille “Kaka? Pipi?” (Fransızca pipi, çiş anlamına geliyor) sorusuna yanıt vermesi gerekiyor? Bir yanıt alana kadar Can’ın altını açıp oturağa oturtmamakta direnen babaanne ancak “Pipi!” demesinin ardından çocuğun rahatlamasına izin veriyor (bu arada çocuğun ilk söylediği sözcük de kayıtlara anne-baba vs. değil “pipi” yani “çiş” olarak geçiyor). Luka Can’a kulak verince bir başka çelişkiyi daha yakalıyoruz: “Tabii bir daha hiç kimseye ne ‘pipi’ dedim ne de ‘kaka’. Ama o gün bugündür, tuvaletimin geldiğini ıh mıh diye kendi dilimde haber veriyorum.” Çocuk edebiyatı, uzun zaman önce geride bıraktığımız bir evrene, üstelik de bu evrenin zaman içinde değişmiş haline yazmaktır aslında. Dolayısıyla kendi içinde sorunlu bir süreç, çok bilinmeyenli bir denklemdir. Elimizde hepi topu iki yol vardır izini sürebileceğimiz: kendi çocukluk evrenimizin içimizde bıraktığı izler ve yetişkin kimliğimizle algılamaya çalıştığımız çocuk dünyasının bize verdiği ipuçları. Tanıdık gelse de aslında uzağına düştüğümüz topraklarda gezinmek gibidir çocuklar için yazmak. Tam da bu yüzden o dünyayı hassasiyetle anlamaya çalışmak, söylediğimiz her sözün nereye varacağı üzerinde derin düşünmek gerekir. Bu örnekler üzerinden bakınca, kurgunun giderek bir çelişkiler yumağına dönüştüğü Büyümek İstemiyorum’da bu derinlik ve hassasiyetin hangi ölçüde gözetildiğiyse tartışmaya açıktır.

Büyümek İstemiyorum Mine G. Kırıkkanat Kırmızı Kedi Yayınları, 64 sayfa
Büyümek İstemiyorum Mine G. Kırıkkanat Kırmızı Kedi Yayınları, 64 sayfa
Show More