İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Hatırlıyorum, öyleyse varım

İnsan hafızasını kaybettiğinde, bütün tercihleri ve eylemleri bir silgiyle hayatından silindiğinde, kimliğini de kaybeder. Kimliğini kaybeden bir insan ise yeryüzüne hâlâ gölgesi düşse bile varlığını yitirmiştir.

Yazan: Gökhan Yavuz Demir

Kocabaş için hatırlamak demek, hafızasının derinliklerindeki binlerce kokudan birini bulup çıkarmak demek. Bütün yaşadıklarını, tanıdıklarını, sevdiklerini ve sevmediklerini belleğinde koku olarak muhafaza ediyor. O nedenle birini tanımak için önce kokluyor. Oysa biz, bu dünyada ancak yaşadıklarımızı hikâye ederek var olabiliyoruz. Yaşadığımız, hissettiğimiz her şeyi ve aslında kendimizi hafızamızda sürekli yeniden yazdığımız hikâyelerimiz üzerinden var ediyoruz. Bu nedenle de biz birini tanımak için önce hikâyesini dinliyoruz. Kocabaş bütün kokularını, biz de bütün hikâyelerimizi kaybetseydik acaba bizlerden geriye ne kalırdı?

Her zamanki gibi koca kız kokusundan kapıdaki kargocuyu, kargocu defalarca kargo getirdiği için beni tanıyor; ben de kargodan yeni yazımın konusu olan kitabın çıkacağını hatırlıyorum ve hayat olağan akışında devam ediyor. Kargomu açıyor ve içinden çıkan kitabı okumaya başlıyorum. Seran Demiral genç ve hayli üretken bir yazar. Yeni romanı Hatırla ise kimlik, hafıza, benlik gibi konulara hasredilmiş.

Roman nerede ve kim olduğunu hatırlamayan Anı’nın, hastane odasında, tanımadığı bir kadının “Bugün kendini nasıl hissediyorsun?” sorusuna muhatap olmasıyla başlıyor. Nasıl olduğunu kimsenin bilmediği bir kazadan sonra hafızasını kaybeden Anı bir ânda kendini, başta kendi olmak üzere bütün dünyaya karşı yabancı hissediyor. Gündelik hayata dair pek çok detayı bilmesine ve tanımasına rağmen, kendine ve kendi hayatına dair hiçbir şeyi hatırlamıyor. Dışarıdan bakıldığında fiziksel olarak hâlâ aynı olan Anı, iç dünyasında artık başka, hatta yepyeni biri olduğunu fark etmeye başlıyor. Eski bedeninde yeni bir benlik inşa ediyor. Zaten bütün bir roman da bu yeni benlik inşası esnasında yeni Anı’nın, kendini tanımak ve anlamak için eski Anı’nın izini sürmesini anlatıyor.

“Ben kimim?” sorusu bütün ağırlığıyla önce romandaki Anı’nın, sonraysa biz okurların üzerine çöküyor. Her şeyi berrak biçimde hatırlarken hiç kuşkusuz ben, eylemlerim ve tercihlerimden müteşekkilim. Fakat hiçbir şeyi hatırlamazken, bütün yapıp ettiklerim yoğun bir sisin perdesi arkasında kaybolmuşken, eylemlerimi ve tercihlerimi hatırlamazken ben hâlâ ben olabilir miyim? İnsan hafızasını kaybettiğinde, bütün tercihleri ve eylemleri bir silgiyle hayatından silindiğinde, kimliğini de kaybeder. Kimliğini kaybeden bir insan ise yeryüzüne hâlâ gölgesi düşse bile varlığını yitirmiştir. Von Chamisso’nun meşhur karakteri gölgesini kaybeden Peter Schlemihl’in tam aksi bir durum: gölgesi var ama kendisi yok.

Kimliğimiz, aslında kendimiz hakkında inşa ettiğimiz bir “ben” hikâyesidir; ailemiz ve dostlarımızla olan sosyal ilişkilerimizde sürekli sınadığımız, yeniden yazdığımız bir hikâye. Tercihlerimiz ve eylemlerimizle şekillendirdiğimiz bu hikâyede “ben”i “ben” kılarız. Bütün hatıralarımızı kaybetmek demek, işte bu inşanın temellerinden yıkılması ve yıllar içinde var ettiğimiz “ben”in enkaz altında kalması demektir. Fiziki olarak var olsa bile, hikâyesi olmayan bir ben artık var olamaz.

Anı bütün bunları on üç yaşında, sıfırdan tecrübe etmek zorunda kalıyor. On iki yıllık yaşananlar, anılar, birikimlerle birlikte benliğini de yitiriyor. Bu nedenle kazadan önceki kendisinden “eski ben,” diye söz etmeye başlıyor. Bir süre sonra o “eski ben”in beğenilerini, zevklerini, tarzını beğenmemeye, hatta basbayağı “eski ben”i sevimsiz bulmaya başlıyor. Çünkü bir öz, hakiki ben olmadığı için kazayla beraber perspektifi değiştiğinde Anı da değişiyor ve ortaya “yeni ben” çıkıyor. Hangi Anı’nın gerçek Anı veya daha Anı olduğu sorusu beyhude bir soru olarak Anı’nın önünde duruyor.

Kimlik meselesi çok mühim bir mesele olmakla birlikte yaşadıklarımızdan, yapıp ettiklerimizden, yıllar içinde inşa ettiklerimizden bağımsız, bizim anlatımızın dışında kendi başına var olan, verili bir kimlik de aslında yok. İster etnik ister dini isterse cinsel kimlik olsun fark etmeksizin maruz kaldığımız fiili durum bu. Kimliklerimizi ve benliklerimizi hayatın akışı içinde sürekli inşa etmek ve güncellemek zorundayız. Bunu en iyi -hem eski hem yeni- yakın dostu Marina anlamış olsa gerek ki Anı’nın on dördüncü yaş gününde şu temennide bulunuyor: “Yeni hatıralara!”

İşte bu yeni hatıralarla birlikte roman, neredeyse değme romancının altından kalkamayacağı kadar kısıtlı sayfa sayısında, yani kitabın kalan üçte birinde mültecilik, aidiyet, eylemsizlik ve bir miktar ötekinin sorumluluğu gibi derin mevzulara yelken açıyor. Okur da romanın kahramanları kadar bu sürpriz gelişmelere hazırlıksız yakalanıyor. O kadar ki muhtemelen Demiral da bunun farkında olduğu için romanın sonuna iki sayfalık bir sonsöz ekleyerek teşekkürle birlikte romanın kendince “üç temel ekseni”ni açıklamaya kendini mecbur hissediyor. Yoksa romanının anlatmayı başardığı meseleleri, yazar bir daha açıklamaya neden gerek duysun ki!

Pastırma sıcaklarının kış bastırmadan evvel bize son kez bahşettiği sıcak güneşin altında Kocabaş ve ben, iyisiyle kötüsüyle yaşadığımız her şeyi, geçen yazları ve kışları hatırlamaktan dolayı hayata şükranlarımızı sunuyoruz. O havlayarak, bense yazarak…

Hatırla
Seran Demiral
Tudem Yayınları, 160 sayfa

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Show More