İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

“Kitap gibi konuştun.”

Adını, 1934 Sovyet yapımı belgeselden aldığını sandığım Türkiye’nin Kalbi Ankara, tahmin edileceği üzere bize şehir hakkında pek çok bilgi veriyor. Tüm bu bilgileri ve dahasını, bir dosyanın gizemini çözmek için dedektifliğe bürünen dört çocuğun araştırmaları sırasında öğreniyoruz.

Yazan: Burcu Yılmaz

Kitaplar bazen kafamı karıştırıyor. İçlerinde bulduğum denklemleri birbirine o kadar benzetiyorum ki, benim anladığımdan fazlası olmalı, diyorum. Ama ya yoksa?

Çocukken gizemli şeyler yapmaya bayılırdım ya da bir şeyleri çözmeye çalışmaya. Şifreli mektuplar yazıp komşuların posta kutusuna atardım veya alışveriş sırasında gözüme kestirdiğim birini saatlerce takip eder, kendi kendime oluşturduğum gizemi çözmeye çalışırdım bir de. Bunlar beni kesmezse Peter Pan, Red Kit falan olmayı denerdim. Ama çocukluğun numarasının sadece bunlardan, bu macera/gizem tutkusundan ibaret olduğunu söyleyemeyeceğim maalesef. Eksi dört yaşımdan beri tuttuğum günlükleri her okuduğumda beni şaşırtan bir duyarlılık ve hayal gücüyle karşılaşıyorum zira; sevdiğim kitaplar da bu özellikleri taşımış.

Adını, 1934 Sovyet yapımı belgeselden aldığını sandığım Türkiye’nin Kalbi Ankara, tahmin edileceği üzere bize şehir hakkında pek çok bilgi veriyor. Tüm bu bilgileri ve dahasını, bir dosyanın gizemini çözmek için dedektifliğe bürünen dört çocuğun -Efe, Duru, Sudenaz, Arda- araştırmaları sırasında öğreniyoruz. Bu dosyanın içinde üzerinde Japonca ve Sümerce şeyler yazılı iki kâğıt parçası, siyah beyaz bir fotoğraf ve bir not vardır. Dört çocuk dosyadakilerin gizemini çözmeye ve dosya sahibine ulaşmaya çalışırken okuru Ankara -ve başka her şey- hakkında aydınlatmaları amacıyla kurguya dahil edilmiş yan karakterler bizi ansiklopedik bilgiyle donatıyor. Ankara’nın yapıları, tarihi, Kurtuluş Savaşı, rehberlik mesleği, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Evliya Çelebi, Sümerler, botanik, klasik masallar, bilgisayar oyunları, kitap okumayan çocuklar, kalaycılar, bir Japon tatlısı tarifi… Bunca şeyin 110 sayfalık bir kitaba sığdırılması, sığıştırılması, neredeyse her sayfada yeni bir bilgiyle “donatılmamıza” neden oluyor. 96. sayfada Sudenaz’ın “İçinde Evliya Çelebi’nin de, kalaycıların da, Sümerlerin de, pek kimsenin bilmediği Japon tatlısının da geçtiği bir macera romanı yazamaz mı mesela?” demesi, bir anlamda, yazarın savunusu mu acaba? Tüm bunları içeren bir roman yazılabilir elbette. Ya da şöyle bir şey de yazılabilir: “Kahramanımız zaman makinesine binip gelmiş bir Sümerlidir. Ankara Kalesi’nde matsunoyuki tatlısı yapan bir Japon kıza âşık olur. Öylesine âşık olur ki ilk iş, zaman makinesine atlayıp yaşadığı zamana geri döner, kıza olan aşkını çivi yazısıyla tablete yazar. O tableti kıza verir. Kız bir şey anlamaz yazılanlardan. Sümerli de bir şarkı söyler. Kız sözlerini anlamasa da dinlediği ezgiden çok hoşlanır ve Sümerli böylece kızı tavlar. Tüm bunları da bize Evliya Çelebi anlatır” (s.96). Fakat edebi bir metinden söz edeceksek, elimizdeki malzemenin nasıl işlendiği de en az o malzeme kadar, hatta belki daha çok değerlidir.

Türkiye’nin Kalbi Ankara’nın öğretme kaygısının her şeyin önüne geçmesi, kahramanların tip olarak kalmasına ve dilin edebi niteliğinin zarar görmesine neden olmuş. Bu çok uğraşılarak yaratılmış firesiz ders dili, ortaya edebi bir metinden ziyade, kurgu dışının kurgunun önüne geçtiği bir kaynak kitap çıkarmış. Bu bilinçli bir tercih olabilir ve Efe’nin “kitap gibi konuşan” Sudenaz’a “Kitap gibi konuştun” (s.23) demesi yazarın okura çaktığı bir sinyal olabilir pekâlâ. Oysa kitabın ilk ve en güzel paragrafının okura daha fazlasını vaat ettiğini söylemeliyim.

Metin boyunca verilen tüm bilgiler sadece Ankara’yla sınırlı kalsaydı -Türkiye’nin Kalbi Ankara’nın Keşif Kulübü’nün ilk kitabı olduğunu ve serinin başka şehirlerle devam edeceğini varsayarak söylüyorum- kitabı bir yere yerleştirmem daha kolay olabilirdi ve her ne kadar didaktik bir üsluba karşı olsam da kitabın asıl amacına hizmet ettiğini düşünebilirdim. Oysa bunca şeyi anlatma kaygısı bir kafa karışıklığına neden olmuş gibi.

Son olarak çizimlere ve kapak tasarımına değinmek istiyorum. Kıymet Ergöçen’in çizimleri, yarattığı karakterlerin formları sayesinde de, kendini hemen belli ediyor. Fakat bu form, farklı yaş aralığındaki karakterleri yansıtmada yeterli mi emin değilim. Kapakta kullanılan yazı tipi ve kitap adının yerleşimi üzerine ise bir defa daha düşünülebilir belki…

Türkiye’nin Kalbi Ankara
Koray Avcı Çakman
Resimleyen: Kıymet Ergöçen
Tudem Yayınları, 112 sayfa

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Show More