İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Arka sıradan başka gidecek yeri olmayanlar

Bize benzemeyen, bizim gibi görünmeyen, bizimle aynı şeyleri yemeyen, bizden farklı değerlere sahip olan insanlardan korkmak, sadece kendi içimize kapanmamıza, fakirleşmemize ve hayatın bütün renklerinin tek bir renk pahasına soldurulmasına yol açar.

Yazan: Gökhan Yavuz Demir

Günümüz global toplumunda, galiba şu ikisinden daha küresel olan başka bir şey yok: korona virüsü ve mülteciler. Çevre can havliyle merkeze kaçtıkça, yükselen milliyetçilik ve ırkçılığa rağmen, toplumlarımız aslında giderek melezleşiyor. Gidecek bir yeri olmadan biteviye yürüyen bir hayalet olan mülteci, dilini bilmediği bir başka toprağı yurt belleyip oranın ekmeğini yerken, çoğu kez oralılarca bir hortlak, bir virüs, bir potansiyel suçlu olarak görülüyor. Ortada hakiki bir dram varken, edebiyatın bunca acı ve sefalete kör kalması mümkün değil. Nitekim bir süredir hayalet olarak mülteci, çağdaş yazarların muhayyilesinde de kol geziyor.

Dış dünyanın kötülüklerinden bizim bahçemize sığınan Kocabaş’la sıcak ve nemli bir yaz gününde bahçede sinek kovalarken, kargo poşetinin içinden Qnjali Q. Raúf’un Arka Sıradaki Çocuk adlı “2019 Waterstones Çocuk Kitabı Ödülü”nü kazanmış romanı çıkıyor. Raúf’un anlatıp Pippa Curnick’in resimlediği hikâye, hepimizin hikâyesi olduğu için ben de hemen okumaya başlıyorum.

Romanın anlatıcısı, Tenten ve köpeği Milu’ya (ki benim gibi seksenli yıllarda Tenten okuyanlar içi o hâlâ Fındık’tır) hayran dokuz yaşındaki bir kız çocuğu. Sınıftaki yakın arkadaşları Josie, Tom ve Michael ile yaşadıkları ve yaptıkları, aslında benzeri pek çok okul romanında olan bitenden farklı değil: Öğretmenler, ödevler, küçük insanların boylarından büyük dertleri ve mutlaka zorba, sevimsiz, kaba çocuklarla yaşanan sürtüşmeler. Fakat bu romana ve dolayısıyla bu sınıfa, bu sefer öyle bir çocuk geliyor ki önce herkesin ilgi odağı, sonraysa şehir efsanelerinin ilham kaynağı oluyor. Hayal gücümüzün sadece bilmediğimiz ve tanımadığımız durum, olay ve kişiler karşısında coşması ne tuhaf, değil mi!

Gelen bir yabancı. Ahmet. Suriyeli. Bir göçmen değil ama bir mülteci. Evinden uzakta. Geldiği ülkenin dilini konuşmakta henüz acemi. Yalnız, tedirgin, çekingen, içine kapanık ve hüzünlü. Annesiyle Türkiye’de, babasıyla Fransa’da ayrı düşmüşler. Küçük kız kardeşi ise Akdeniz’i –kim bilir nasıl– geçerken boğularak vefat etmiş. İhtiyar dünyamız, Ahmet’e o küçük yaşında hiç de sevecen davranmamış anlaşılan. İşin kötüsü, bütün bu başına gelenler yetmezmiş gibi (bazı) sınıf arkadaşlarından (bazı) öğretmenlere ve onu hiç tanımayan başkalarına kadar, her yaştan ve boydan insanın Ahmet’e kötü davranması. Çünkü burası (her neresiyse artık) onların kendi çöplüğü ve buraya ait olmayan Ahmet gibiler de her türlüğü kötülüğün müsebbibi. Aslında ne kadar bildik bir hikâye. Bilmezlikten, görmezlikten, duymazlıktan gelmek için çabalasak bile ne kadar yakınımızda cereyan eden bir hikâye.

Ahmet de bir çocuk ve diğer bütün çocuklar gibi arkadaşları tarafından sevilmek ve onlarla oynamak istiyor. Yaşadığı bütün sıkıntılara, evini ve ailesini özlemesine rağmen kendisine hediye edilen küçük bir nar veya ona tebessüm ederek kırpılan bir gözle mutlu oluyor. Dünya hep anlayışsız, bencil insanlardan ibaret değil Allahtan! Romandaki anlatıcı küçük kız ve onun yakın dostları gibi hayatı bütün renkleriyle kucaklamak ve yaşamanın tadını çıkarmak isteyenlerimiz de var. Onların sayesinde Ahmet de yabancı bir dil ve kültüre adapte oluyor. Çünkü artık onun sıkıntılarını paylaşan, onunla birlikte üzülen dostları var.

Sonra bizim küçük kahramanlarımız İngiltere’nin, mültecilere sınırlarını kapatacağı haberini duyuyorlar. Ahmet’in anne ve babasının ülkeye giremeyecek olması, Ahmet’e söylemeseler bile onları derin bir üzüntüye gark ediyor. Ama kafa kafaya vererek bu sıkıntıyı aşacak bir plan yapıyorlar. Durumu gidip Kraliçeye anlatmaya ve ondan Ahmet’in anne-babasını bulmasını istemeye karar veriyorlar. Olaylar bundan sonra çok daha heyecanlı ve eğlenceli bir hâl alıyor.

Romanın sonuna yazar Raúf’un koyduğu çok kıymetli ekler var. Meselâ bu kitabın teliflerinin bir kısmı, mültecilere yardım etmeye çalışan cesur insanlara ayrılmış. Sonra şu anda dünya genelinde o veya bu sebeple ülkesini terk etmek zorunda kalmış altmış beş milyondan fazla mülteci bulunduğunu, İngiltere’nin kabul ettiği mülteci sayısının dünyadaki mültecilerin yalnızca % 1’i olduğunu ve gerçekte dünyadaki her beş mülteciden dördünü Avrupa dışındaki ülkelerin kabul ettiğini öğreniyoruz. Son olarak yazar bize üzerine düşünmemiz için yedi soru yöneltiyor. Keşke bu ve benzeri sorular üzerine hepimiz düşünsek.

Bize benzemeyen, bizim gibi görünmeyen, bizimle aynı şeyleri yemeyen, bizden farklı değerlere sahip olan insanlardan korkmak, sadece kendi içimize kapanmamıza, fakirleşmemize ve hayatın bütün renklerinin tek bir renk pahasına soldurulmasına yol açar. Söz konusu olan bir mülteci ise bütün insanlığın kapıları dışarıya doğru değil, içeriye doğru açılmalıdır. En azından koca kız ve ben buna inanıyor ve hayatlarımızı birbirimize benzemezliğimizle zenginleştiriyoruz.

Arka Sıradaki Çocuk Qnjali Q. Raúf Resimleyen: Pippa Curnick Türkçeleştiren: Nihal Tokinan Gökçe Doğan Egmont Yayınları, 276 sayfa

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Show More