İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Masalcı İhmal Amca’nın masalı

Bir varmış bir yokmuş.

Yazan: Doğan Gündüz

Dünyanın yakın bir köşesinde Anadolu diye bir yer varmış. Anadolu’nun ortasında da Konya diye bir şehir. İşte bir gün, bu şehre masalların birinden fırlayan bir elma pat diye düşüvermiş. Sonra elmanın düştüğü yerin yakınlarında, yılların bin dokuz yüz on üçünde bir çocuk dünyaya gelmiş. Adını Vartan koymuşlar. Vartan, sırtında kısa entari sokaklarda gezip oynarmış. Derken günün birinde ailecek, katar katar hayvan vagonlarına binmişler, tıngır mıngır Doğu’ya yola çıkmışlar. Daha üç yaşındaki Vartan, bir sevinmiş bir sevinmiş trene bindiğine. Sevinmiş, çünkü gezmeye gidiyorlar sanıyormuş, sürgüne gittiklerini bilmiyormuş. Neyse ki sonraki istasyonlardan birinde çalışan bir akrabaları yardım etmiş de trenden inip kurtulmuşlar. Katar katar gidenlerin çoğu, kimi yollarda kimi çöllerde kırılıp gitmiş.

İnsanın insana kıydığı, yokun bile yok olduğu Birinci Dünya Savaşı yıllarıymış o yıllar. Konya’da yaşamak ailesi için iyice zorlaşınca İstanbul’a göçmüşler. Vartan, daha altı yaşındaymış Kadıköy Yeldeğirmeni sokaklarının tozuyla tanıştığında. İlkokula başlamış. Moda’daymış okulu. Öyle yoksulmuş ki ailesi, yenisini alamadıklarından, eskimiş, tabanı ayrılmış kundurasının tabanını iple bağlar öyle gidermiş okuluna. Yolda, çözülen ipi bağlamak için arada bir durduğundan okula hep geç kalır, ceza alırmış. Bir de kardeşi olmuş birkaç yıl sonra, canından çok sevdiği, ince ruhlu kardeşi Jak. Doya doya zeytin bile yiyemezlermiş o günlerde. Babası her seferinde zeytin tanesini bir lokmada yememesi, ekmeğe katık etmesini söyler, azarlarmış Vartan’ı. Hatta bir gün bu yüzden fena bir tokat bile yemiş çok sevdiği babasından.

Zar zor geçinip o evden bu eve taşınıp durmuşlar yıllarca. Yoksul evine pasta girer mi hiç? Zeytinin ekmeğe katık edildiği eve de girmezmiş tabii. Bir akşam ziyaretlerine gelen misafirleri pasta getirmiş de yiyince aklı başından gitmiş Vartan’ın. Bu tadı hiç unutamamış. Okul yolundaki pastanenin vitrininde her gün gördüğü pastaların hayaliyle yatıp kalkmaya başlamış. Bir gün o en enfes pastaların çağrısına dayanamayıp evden beş kuruş çalmış. Koşmuş pastaneye. Pastaneci dikmiş gözlerini üstü başı dökülen Vartan’a. “Bu parayı nerden çaldın,” der gibi bakmış. Yerin dibine geçmiş oracıkta. Yolda, bir köşeye çekilip pastasını yemiş. Yemiş ama lokmalar da boğazından zar zor geçmiş. Bir daha da hiç ama hiç para aşırmamış. Hatta bu utanç öylesine yer etmiş ki içine, başka çocuklar böyle hatalara düşmesinler diye, büyüyüp de “İhmal Amca” olduğunda Çikolatalı Pasta (Eşek Eşekken, s.70) diye bir masal bile yazmış. Bu onun yazdığı ilk masal değilmiş elbet. Daha on yedi yaşında, Göztepe Amerikan Koleji’nde okurken “Güneşe Vurgun Şehzade” adında yazdığı bir masal varmış. Sınıf arkadaşları bu masalı onun yazdığına bir türlü inanamamışlar. Ama öğretmeni inanmış ve ona kompozisyondan tam not vermiş. Sonra bu masalı Güneşe Vurgun Çocuk (s.9) adıyla kırk sekiz yıl sonra yayımlanmış.

Vartan hep yoksulluk içinde büyümüş. Okulu tatil olduğunda çocukluğuna bakmadan terzi yanlarında çıraklık yapmış. Etrafındaki zengin çocuklarını, zenginleri gördükçe niye insanlar eşit değil diye sorar dururmuş kendine. Bu haksızlığı ortadan kaldırmak için tek başına yapabileceklerinin azlığını gördükçe de içi acırmış. Büyüyüp de yirmi yaşına geldiğinde bir arkadaşı “Türkiye Kominist Partisi’ne katılmak ister misin?” diye sormuş Vartan’a. O da kabul etmiş aklına yatan bu teklifi. Sonra da insanların daha eşit, adil bir yaşam sürebilmesi, sömürünün olmadığı bir dünya kurulabilmesi için çalışmaya başlamış. Kardeşi Jak da katılmış aralarına.

O yıllarda hangi mesleği yapsam, ne olsam diye düşünüp duruyormuş Vartan. “Ben topluma, partime nasıl faydalı olabilirim,” diye düşüne düşüne mühendis olmaya karar vermiş. Robert Kolejin inşaat mühendisliği bölümünü bitirmiş. Yıllar sonra, babasına, yazdığı Büyülü Çiçek (Güneşe Vurgun Çocuk, s.37) masalını okuduğunda babası “Oğlum, mühendislik senin neyineymiş? Sen masal yazmalıymışsın,” demiş. İşte babasının bu sözünü hiç unutamamış. Eh, birileri daha adil, daha eşit, sömürüsüz bir yaşam istediğinde bundan kaybı olanlar boş durur
mu? Durmaz elbet. Başlamışlar İhmalyan kardeşlere baskıya. O çok sevdiği yurdundan, taşından, toprağından, suyundan, annesinden, babasından hatta kardeşinden ayrılmak zorunda kalmış. Ama biri Ermenice diğeri Türkçe iki ana dilinden hiç ama hiç ayrılmamış.

Eşit, adil ve sömürünün olmadığı bir dünya kurabilme idealinin peşinden Fransa, Macaristan, Polonya, Çin ve Sovyetler Birliği’ne gitmiş. Kimlerle tanışmamış kimlerle bir arada çalışmamış ki. Başta Nazım Hikmet. Öyle ki bir gün Varşova’da Nazım Hikmet ile buluşmuşlar. Bin dokuz yüz elli sekiz yıllarıymış. Nazım, “Sevdalı Bulut diye bir masal yazdım, okuyayım da dinleyin, bakalım ne diyeceksiniz?” demiş.
Vartan, Sevdalı Bulut masalından, Nazım’ın bu masalı okuyuşundan öyle etkilenmiş ki o da masal yazmaya karar vermiş. Böylece kırk beş yaşından sonra eni konu oturup masal yazmaya başlamış. İlk masal kitabı Sihirli Çiçek, 1967 yılında Türkçe olarak Bulgaristan’da yayımlanmış. Nazım’ın dışında onu masal yazmaya teşvik eden başkaları da olmuş; Zekeriya Sertel, Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Oğuz Akkan, Erdal Öz gibi. Cem Yayınevinin Arkadaş Kitaplar serisinden peş peşe çıkmış Türkçe yazdığı masal kitapları.

Konya’da Alâeddin Tepesi’nin etrafında kısa entarisiyle dolaşan Vartan, Moskova’ya yerleşip saçları ak bir amcaya dönüşünceye kadar bir sürü ülke, bir sürü kültür, bir sürü insan tanımış. Tezgahtarlık, terzi çıraklığı, gömlekçilik, düzeltmenlik, çevirmenlik, desinatörlük, mühendislik, radyo sunuculuğu gibi bir sürü işte çalışmış. Bir masal kahramanı gibi yaşayan, insanların iyiliği, eşitliği, fakirin zenginin olmadığı bir dünyanın kurulması için oradan oraya koşturan Vartan’ın yaşadıkları, İhmal Amca mahlasıyla yazdığı masallarına da yansımaz mı? Yansımış tabii. İdealler, dostluklar, arkadaşlıklar, hayal kırıklıkları, sevinçler, sıla özlemi, umut ve daha niceleri… Almış sözcükleri güzelce yerleştirmiş cümlelere, biraz yaşadıklarından, biraz hayallerinden, biraz da ideallerinden katmış masallara:

Şeytan Uçurtması (s.5) kitabına adını veren masalında, uçurtmaları çok seven ama şeytan uçurtması bile alamayacak kadar yoksul, dokuz on yaşlarındaki bir çocuğu anlatmış. Bir ressamın yardımıyla kese kağıdından yaptığı uçurtma, uçurtma şenliğinde en iyi uçurtma seçilmiş çocuğun. Buna çok sevinse de “Ah, bütün çocukların da böyle birer uçurtması olsaydı…” diye iç çekmekten kendini alamamış çocuk.

İpek Mendil (Şeytan Uçurtması, s.20) masalında her şeyi olduğu hâlde varlıktan usanan ve mutlu olamayan bir kızı anlatmış.

Kuğunun Göçü (Şeytan Uçurtması, s.29) masalında da bir türlü dönemediği yurduna olan özlemini kuğunun ağzından dillendirmiş Vartan, yani İhmal Amca: “… Çamurlara belenmiş kuğu kardeşlerimi özledim. Kavgalarımızın, dövüşlerimizin bile bir tadı vardı… Uçabilsem, ülkeme dönerdim.”

Düş (Eşek Eşekken, s.55) adlı masalında da insanın bilincini kör etmeyen, paylaşılan sevgiyi övmüş bir güzel. Bu masal 1972 yılında Arkın Kitapevi’nin düzenlediği yarışmada mansiyon kazanmış hem de.

Pencereme Konmuştu kitabında da on iki katlı bir apartmanın en üst katında oturan bir çocukla, penceresini tıklatıp ondan bir bardak su isteyen dış cephe sıvacısının dostluğunu anlatmış.

Nazım’ın Sevdalı Bulut masalını dinledikten sonra masal yazmaya gönül veren Vartan, Moskova’da oturmaya başlayınca Nazım ile sık sık görüşür, birbirlerine gider gelir olmuşlar. Vartan 1 Haziran 1963 Cumartesi günü Nazım’a, pazartesi akşamı anacığının börek pişireceğini, “Nazım gelsin birlikte yiyelim,” dediğini söyleyip evlerine davet etmiş. Buluşmak için sözleşmişler. Nazım’la ayrılışları o ayrılış olmuş. 3 Haziran sabahı aldığı haberle çok ağlamış Vartan, yoldaşının, dostunun, abisinin, büyük şairin arkasından. Nazım ile Vartan bir daha hiç buluşamasalar da yıllar sonra, 1979 yılında, Ankara Belediyesinin okunmuş gazete kâğıtlarını toplayıp bastırdığı Sevdalı Bulut kitabında masalları, Nazım’ın “Sevdalı Bulut” (Sevdalı Bulut, s.6) masalı ile Vartan’ın “Palyaço” (Sevdalı Bulut, s.44) masalı, buluşmuş.

Birçok masalın yanında bir de “İpin Ucunu Kaçıran Masal” (Boyalı Kırlangıç, s.103) diye bir masal yazmış İhmal Amca. Bu masalda tersine dönen bir dünya varmış. Her şey ama her şey tersine oluyormuş. İşte o masalın sonunda, “Yerden göğe üç elma fırlamış. Biri gidip aya çarpmış, ay paramparça olup dökülüvermiş. İkincisi de güneşe çarpmış, güneş bölüne bölüne trilyonlarca meşale olup serpilmiş evrene… Üçüncüsü de. Hadi onu siz uyduruverin bakalım çocuklar, ne olmuş?” diye sormuş çocuklara.

Bu masalı okuyan bir çocuk, üçüncü elma ile ilgili ne uydursam ne uydursam diye düşünmüş durmuş. Düşünmekle kalmamış İhmal Amca’nın yazdığı diğer masalları da okumuş, bir de hayatını anlattığı Bir Yaşam Öyküsü kitabı varmış, onu da satır satır okumuş. Sonra oturmuş onun masallarından ve yaşam öyküsünden esinlenerek bir masal yazmış:

Bir varmış bir yokmuş…

Dünyanın yakın bir köşesinde Anadolu diye bir yer varmış. Anadolu’nun ortasında da Konya diye bir şehir. İşte bir gün bu şehre masalların birinden fırlayan bir elma pat diye düşüvermiş…

Şeytan Uçurtması•İhmal Amca
Resimleyen: Tan Oral
Cem Yayınevi, İstanbul, 1975, 110 Sayfa
Güneşe Vurgun Çocuk•İhmal Amca
Resimleyen: Tan Oral
Cem Yayınevi, İstanbul, 1978, 118 Sayfa
Sevdalı Bulut•Nazım Hikmet, İhmal
Amca, Sabahattin Ali, Aziz Nesin,
Orhan Kemal
Çizgileyen: Yılmaz Aysan
Ankara Belediyesi, Ankara, 1979, 62 Sayfa
Eşek Eşekken•İhmal Amca
Resimleyen: Turgut Keskin
Cem Yayınevi, İstanbul, 1980, 110 Sayfa

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Boyalı Kırlangıç•İhmal Amca
Resimleyen: Turgut Keskin
Cem Yayınevi, İstanbul, 1991, 108 Sayfa
Pencereme Konmuştu•İhmal Amca
Resimleyen: Gözde Bitir
Can Çocuk, İstanbul, 2002, 48 Sayfa
Bir Yaşam Öyküsü•Vartan İhmalyan
Cem Yayınevi, İstanbul, 1989, 312 sayfa
Show More