İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Aynanın İçinden – Toprak Işık

“Çocuklara yazmak kanatsız uçmak gibi…”

Söyleşi: Elif Şahin Hamidi

Siz aslında bir elektrik-elektronik mühendisisiniz. Ama bir yandan da çocuklar için yazan, onlara matematiği sevdiren, bilimi edebiyatla buluşturan bir yazarsınız. Yazıyla olan ilişkinizden, çocuklar için yazma serüveninizin başlangıcından bahseder misiniz?

Evin en küçüğüydüm ve tüm aile fertlerinin kitaplarla arası iyiydi. Yazmayı da seviyorlardı. Yetiştiğim ortam yazıyla dost büyümemi sağladı. Yıllar içinde bu tutkuya dönüştü. Üniversiteyi bitirip bir işe girdikten sonra da düzenli yazmaya başladım. Önceleri sadece yetişkinlere yazıyordum. Sanırım mizahi bir üslup kullandığımdan çocuklara yazmamı tavsiye edenler olurdu. Çocukların hayal dünyasına seslenme fikri bana da çekici geldiğinden onlar için yazmaya başladım. Yazdıkça da daha çok sevdim ve devam ettim.

Mühendislik de severek, isteyerek yaptığınız bilinçli bir tercih miydi? Mühendis yanınızla yazarlığınız arasında nasıl bir etkileşim söz konusu? Besleniyorlar mı birbirlerinden?

Okuduğum bölümü, puanı yüksek diye ilk sıraya yazmıştım. Aynı listede matematik, fizik, mimarlık ve tıp da vardı. Bilinçli seçmediğim hâlde mühendisliği yaparken çok sevdim. Yazarlıkla mühendislik bence birbirlerini destekliyor. Örneğin mühendislikte işlevi olmayan bir şeyi tasarımınıza koymazsınız. Aynısı edebi kurgular için de geçerli. Her sahnenin, her cümlenin, her kelimenin bir işlevi olmalı. Diğer taraftan bakınca yazının da mühendisliği desteklediğini gözlemliyorum; size empati kurmayı öğretiyor ve bu mühendislik ortamlarında çok işe yarıyor.

Oğuz Atay da bir mühendisti ama babasının baskısıyla seçtiği bu mesleği hiç severek yapmamıştı. Hatta Tutunamayanlar’da Selim’e şöyle bir cümle kurdurur Atay: “Lisede iyi bir öğrenci olduğum için zor bir meslek seçmeliydim. Bu nedenle mühendis olmaya mecburum.” Bir çocuğun, bir gencin kendini böyle bir mecburiyet içinde hissetmemesi için anne babalara düşen nedir?   

Aile baskısı yanlış mesleklerle buluşma nedenlerinden sadece biri. Elbette ki aileler, çocuklarını meslek seçimi konusunda açık ya da üstü kapalı biçimde zorlamamalılar. Ama son kararı gencin vermesi de sorunu tek başına çözmez. Asıl gerekli olan, doğru seçim yapmasını sağlayacak bilgi ve bilinç seviyesine ulaşması. Aile en çok bu konuda onu desteklemeli.

İnsanın severek yapacağı bir işinin, mesleğinin olması kendini gerçekleştirip geliştirebilmesi adına da çok önemli. Ancak kapitalist sistem, hemen her meslekteki insanı köleleştirip hem yaptığı işe hem de kendisine yabancılaştırıyor. Çocuklar için “Büyünce Ne Olsam?” başlıklı bir seri ve İşimle Başım Dertte adlı kitaplar da yazmış bir mühendis-yazar olarak, büyüyünce işsiz kalacağı endişesiyle yaşayan günümüz çocuklarına, gençlerine neler tavsiye edersiniz?

Günahını hep kapitalizme kestik ama üretimdeki yabancılaşma sanayi devrimlerinin zorunlu sonucuydu. Kapitalizm dışı bir sistemde de sanayi üretimi öyle olmak zorundaydı. Kapitalizm insanları asıl tüketimde kendi ihtiyaçlarına yabancılaştırdı. Yüz milyonlarca insan, kapitalistler mal satabilsin diye ihtiyaçları dışında tüketiyorlar. Sadece para kazanmak ve lüks, hatta gereksiz tüketim yüceltiliyor. Piyasa manipülasyonları ile nitelikli dolandırıcılık yapan bir zengin, gençlere örnek diye gösteriliyor. Onlara, her izlediklerine, her okuduklarına inanmamalarını, hayata eleştirel bakmalarını öneriyorum. İnsanın hayatı tükettikleriyle değil, ürettikleri ile ve başkalarının hayatlarına kattıkları ile anlam kazanır.

Sıradana Övgü başlıklı deneme kitabınızda iki komşunun kavgası, bir adamın işini kaybetmesi gibi hayatın içinden sıradan olayların, yazabilen için bir öykü olduğuna dikkat çekiyorsunuz. “Yazar olan sensin; sıradan konuşmalardan sıra dışı derinliğe inmek, oradan inci gibi öyküler çıkartmak senin görevin,” diyorsunuz. Çocuk edebiyatı için “sıradan” olanla ilgili ne dersiniz?

Sıradanlığın anlamı çocuk ya da yetişkin edebiyatında farklı değil bence. İçinde büyük olaylar ya da çok değişik insanlar olmayan hikâye ve romanlar, saklı derinlikleri ile çocuk okurları da etkileyebilir. Bu konuda onların kavrayışına güveniyorum.

Çocukluk anılarınızdan beslenerek kaleme aldığınız yeni kitabınız Uzayda Bir Mahalle’den bahsedelim biraz da. Dalga teorisi, kuantum fiziği, cüce yıldızlar, kara delikler gibi bilimin sırlarla dolu sokaklarında bir gezinti niteliği taşıyan bu kitap nasıl doğdu? 

Kitapta bahsettiğim teoriler, etkileri bakımından fiziğin ötesine geçiyor. Zamanın göreliliği, kuantum belirsizliği gibi alışılmış kabulleri sarsan bilimsel teorilerin kavranabilmesi, onlarla erken tanışmayı gerektiriyor. Peki onların ağır bilimsel yükünü çocuk beyni nasıl kaldıracak? Bilgi, duyguları uyandırırsa insan zihnine kolayca giriyor ve özümseniyor. Edebiyatın önemli becerilerinden biri okurun duygularını hareketlendirmek. Kitap, duyguları hareketlendirerek karmaşık konuları gençlere anlatma isteğimden doğdu.

Romain Gary, Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı adlı kitabında “İnsanın çocukluğunu büyüdüğünde bile içinde taşıması tuhaf,” der. Bu kitabı yazmaya koyulduğunuzda içinizdeki çocukla nasıl bir irtibatınız oldu, çocukluğunuzdan neler sızdı hikâyeye?

Edebi eserlerde okura bir duygu vermek isteriz. Yazar kendindeki duyguları okuruna geçirebilir. Ve duygularımızın kaynağı hemen her zaman çocukluğumuzdadır. Psikanaliz sizi elinizden tutup çekerek çocukluğunuza götürür; yazı sürecinde bu kendiliğinden olur. Yazan herkesin çocukluğu ile irtibatı güçlüdür. Benim için de geçerli aynısı. Hikâyeye çocukluğumun duyguları sızdı, diyebilirim.

Mizah da çocuk edebiyatının önemli unsurlarından biri. Çocuğu edebiyata ve edebiyat aracılığıyla da bilime yaklaştıran bir unsur aslında. Çocuk edebiyatı ve bilim, ayrıca bu ikiliyi şenlendiren mizah üzerine konuşabilir miyiz? 

Eğlenceli olmasa bilim insanları hayatlarının sonuna kadar, emekli olmaksızın bilim yapmayı sürdürmezlerdi. Mizahın da eğlenceli olduğuna kuşku yok. Çocukların gülüp eğlenmeyi sevdiklerini de biliyoruz. Dolayısıyla bilim, mizah ve çocuk birbirlerine çok yakışıyorlar. Ben de bu yüzden onları buluşturmaktan keyif alıyorum.

Çocuk edebiyatının “yaşsız” oluşunu da göz önüne alarak çocuklar için yazmanın, yetişkinler için yazmaktan ayrıştığı noktalarla ilgili neler söylersiniz?

Çocuklara yazmak kanatsız uçmak gibi… Kollarınızı açıp okuru da yanınıza alarak gökyüzünde süzülebilirsiniz. Yetişkinlerle birlikte uçmak için bir alete ya da araca ihtiyacınız var. Çünkü onların hayal gücü çocuklarınki kadar gelişkin değil.

Çocuklar için yazarken size doğru yolu gösteren en önemli kaynağınız nedir ve yazı tasarıları nasıl gelir zihninize? Aniden parlak bir fikir, bir tasarı mı gelir, yoksa derme çatma bazı düşünceler, görüntüler, sesler mi üşüşür zihninize?

En önemli referansım çocuk okurların, olmuş ya da olmamış demeleri. Yazıyla ilgili fikirler çoğunlukla masada oturup çabalarken doğar ve genellikle yazdıklarımın ilk hâli kötüdür. Onları tekrar tekrar yazarak düzeltir, fazlalıklarından arındırır ve insan içine çıkabilir hâle getiririm.

Nasıl bir düzene ihtiyaç duyuyorsunuz yazarken, size ne iyi geliyor: Sakin ve düzenli bir oda mı, karmakarışık bir masa mı, fonda bir müzik mi? Çalışma masanızı resmeder misiniz?

Bir otobüs ya da uçak yolculuğunda, her koşulda yazabilirim. Ama çalışma odamda, ki odam çoğunlukla düzenli olur, sözsüz bir müzik eşliğinde yazmayı tercih ederim. Masamda, o dönem okuduğum kitaplar ve çözmeye çalıştığım matematik sorusuna ilişkin karalamalar da olur.

Yeni planlar, projeler, kitaplar var mı?

Bu aralar mühendisliği biraz artırdığım için projelerim birikti. Çoktandır üzerlerinde çalıştığım bir çocuk ve bir yetişkin roman dosyasını yavaş yavaş yazmayı sürdürüyorum.

Show More