İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Özgürlük dağda mı aşkta mı?

Aksi, hizmetkârlarına kaba saba davranan, sürekli bağırıp çağıran bir prenses düşünün. Kim sever ki onu? Hele de çocukluğundan beri çevresindekilere çile çektirip eziyet ettiği için herkesin onunla nahoş anıları varken. 

Yazan: Suzan Geridönmez

Kral ve kraliçe bile, sonunda bir ejderhanın kızlarını kaçırdığını duyunca büyük bir şaşkınlık geçiriyorlar. Ne? Yoksa kızları nihayet evlenecek mi? Öyle ya, hikâyemize göre ejderha tarafından kaçırılan prensesler mutlaka bir prens tarafından kurtarılmak ve kurtarıcısıyla da evlenmek zorunda!

Oysa, şaşkınlıkları hızla sevinçle yer değiştiren anne-babanın bilmediği bir şey var. Tüm bu kaçırılma olayı, bizzat Prenses Hindiba’nın başının altından çıkan bir düzenbazlık. Bir ejderhanın çıkıp onu kaçırmasını beklemekten iyice sıkılan prenses, kaderini kendi ellerine almaya karar veriyor. Saraya sahte bir kaçırma mektubu bırakıp nedimesini, hizmetkârlarını ve sadık cücesini de yanına alarak ejderhanın inine doğru yola çıkıyor. Ama ayağına gittiği ejderha onu ciddiye dahi almıyor. Üstelik sarayda da işler iyi gitmiyor. Heyecanla, kızlarını kurtaracak prens arayışına giren kral ve kraliçenin görevlendirdiği ulak, onlara ret üstüne ret yanıtı ulaştırıyor. Kısacası kimse prensesle evlenmeyi aklının ucundan bile geçirmiyor…  

Öykünün nasıl devam ettiğini merak edenler kitabın arka kapağında ipucu bulabilir: “Marie Vaudescal’in yazdığı Prenses, Ejderha ve Diğer Yeşillikler alışılmışın dışında, eğlenceli ve yaratıcı bir kendini bulma hikâyesi.”

Ama bazen arka kapaklar epey yanıltıcı da olabiliyor. Çünkü “kendini bulma” bir süreç ve insan o noktaya olgunlaşarak, farkına vararak ve bazı şeyleri özümseyerek varabiliyor. 

Biz iyisi mi evlenme planları iyice riske giren Prenses Hindiba’ya dönelim. Ejderha kılını kıpırdatmayınca, çok yorulan hizmetkârlar, kenarına çadır kurdukları su birikintisinde biraz eğlenmenin zararı olmaz diye düşünüyorlar. Prensesin, yüzüp oynaşan arkadaşlarına katılma isteksizliğini fark eden sadık cüce, ona her zamanki gibi nezaket ve duyarlılıkla yaklaşıyor. Böylece hem prensesin vücudundaki beneklerden utandığını öğreniyor hem de ona her şeye karşın yüzmeye katılma öz güveni aşılabiliyor. Hem de iki cümleyle: “Ben sizi çok güzel buluyorum, Prenses Beşamel ve bütün bu lekelerin de size müthiş yakıştığını düşünüyorum. Ayrıca, size çok özgün bir hava veriyor.”

Kitaptaki tek hızlı dönüşüm bu da değil. Prensesin sevimsiz, hoyrat kabuğunun altında kendi bedeninden utanan bir kız çocuğunun saklandığını birdenbire öğreniyoruz. Kurguda iki olgu (zorbalık ve öz güven sorunu) arasında herhangi bir bağ da kurulmuyor. “Prensesin kendiyle barışık olmaması kaba saba davranışlarını tetikliyordur mutlaka,” yorumu aslında tümüyle zorlama ve politik olarak doğrucu bir yetişkin okurun arzusunu ifade ediyor. 

Öte yandan yazarın da hikâyesini politik doğruculuk arzusuyla kurguladığı hissediliyor. Arka kapakta da vurgulanan, bir “kendini bulma hikâyesi” yazmak istediği çok açık. Sonunda Prenses Hindiba’ya kendini buldurtuyor da. Yanındaki kafileyle ormanda yürürken hayatında ilk defa bir dağ manzarasıyla karşılaşınca prenses, birdenbire aslında neyi istediğinin farkına varıyor. Bir gece boyunca düşündükten sonra da sırra kadem basıyor. Bıraktığı mektupta nedenler açıklanıyor. Artık hiçbir prensin onu istemeyeceği gerçeğini kabullendiğini, kendisinin de aslında bir prens istemediğini anladığını söylüyor. Dağlarda kocaman bir sırt çantasıyla özgürce dolaşmayı arzuluyormuş meğerse. Doğayla içi içe bir yaşam sürecek ve Prenses Hindiba yerine Maceracı Hindiba diye anılacakmış bundan böyle…

Derinlikten ve bağlantıdan yoksun bir şekilde birdenbire de gerçekleşse, yerine herhangi bir kız çocuğunu koyabileceğimiz bir prensesin, hayattan beklentilerinin toplumun ve ailesinin ondan bekledikleriyle örtüşmediğini anlayıp kendi hayallerinin peşine gitmeye cesaret etmesi olumlu ve güçlü bir mesaj. Ama kitabın bir de sonu var. Prenses, onu aramaktan vazgeçmeyen cüce ile kavuşuyor. Aniden aşkı tadan “özgür kız”, sözde “tarifsiz” mutluluğu yine bir erkekte, bir klişede buluyor. Cücenin, kitabın bir yerinde “son derece küçük çirkin adam” diye tanımlanması ve önemli olanın iç güzellik olduğu vurgusu da farklılıkların güzelliği ve değerliliği mesajıyla çelişiyor. On beşine bile gelmemiş bir prensesin, mutluluğu bir hayli yaşlı birinde bulması da cabası. Prensesin, herkesi aşağılayan zorba davranışlarının orta yerde kalması aynı şekilde soru işareti. Yenilen işkembeler, muhabbet kuşu kalpleri falan da mizah diye geçiştirilebilir mi, bunu kendine sadece veganlar sormayacaktır bence.

Edebi bir eser politik doğruculuk ilkeleriyle sınanmaz aslında. Ama bir nebze mizah dışta tutulursa, sağlam bir kurgu, derinlikli kahramanlar ya da güçlü bir hikâye yoksa, metinde mesaj verme kaygısı ağır basıyorsa, eleştirmene didiklenecek başka bir şey kalmıyor. 

Prenses, Ejderha ve Diğer Yeşillikler
Marie Vaudescal
Resimleyen: Magali Le Huche
Türkçeleştiren: Goncagül Artam
Editör: Filiz Özdem
Yapı Kredi Yayınları, 88 sayfa
Show More