İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Gençlik edebiyatının yetmişlik delikanlısı…

Gençlik edebiyatının yetmişlik delikanlısı…

Ezel Dağlar ERGÜDEN

Almanya’nın tanınmış çocuk ve gençlik yazarı Mirjam Pressler İstanbul’daydı. Genç okur Pressler’i ergenlerin iletişimsizlik sorunlarını ele aldığı Haydi, Konuş Artık ve bir gençkızın bedeniyle barışarak kendini sevme öyküsünü anlattığı Acı Çikolata ile tanıyor. Genç ruhlu yazarımızla genç bir okuru söyleşti.

İlk kitabınız Haydi, Konuş Artık’ın kahramanı kendini kimseye ifade edemeyen bir kız. Annesi ve kardeşiyle birlikte yaşıyor, babaları yok. Paraları olmadığı için annesi çok çalışıyor ve kardeşi Mona’yla ilgilenmek de Karin’e düşüyor. Kardeşi yüzünden okula hep geç kalıyor. Yaşının üzerinde sorumluluk üstlenmek zorunda kalmış bir karakter Karin. Başarılı bir öğrenci ama okulda pek arkadaşı yok. Bir gün sinir krizi geçirince, annesi işlerin böyle yürümeyeceğini anlıyor ve hikâye çözülmeye başlıyor. İlk sorum bu öyküyle ilgili. Bu fikir nereden aklınıza geldi?

Bu fikir gözümün önünde bir hayal gibi canlandı. Çünkü benim de annemle ilişkim hiç iyi değildi. Onunla konuşamıyordum, çünkü o da benimle konuşmuyordu. Aynı evde yaşamıyor gibiydik. Çok içine kapalı ve biraz sert biriydi. Ben de kendi annemle olan ilişkimi temel aldım. Ama kitabımdakinin daha iyi olmasını istedim.

Karin ve ailesinin çok fakir olduğunu görüyoruz. Peki, niye böyle? Zengin ve problemli bir aile yerine fakir bir aile?

Çünkü herkes kendi hayatına dayanarak yazar. Biz de zengin değildik. Bu yüzden de yoksul insanların sorunları bana daha yakın geliyor. Tabii ki zenginlerin de sorunları var. Ama açıkçası doğum günü hediyesi olarak bir at alamamak beni çok ilgilendirmiyor. Diğer sorunları daha ilginç buluyorum.

Hikâyenin sonuna doğru, Karin’in pek çok sorununun temelinde hiç bilinmeyen babanın olduğunu anlıyoruz. Peki, Karin’in niye bir babası yok?

Ah, babası olmayan çok fazla çocuk var! 30, 40 ya da 50 yıl önce, babanızın olmaması çok kötü bir durumdu. Neredeyse utanılacak bir şeydi. Şimdi ise Almanya’da öyle değil. Bu çok normal karşılanıyor. O yüzden bunun hakkında yazmaya karar verdim.

Annesi de günümüzdeki anne kavramından biraz farklı. Fakir oldukları için çok çalışıyor ve çocuklarıyla hiç ilgilenmiyormuş gibi gözüküyor.

Çünkü çalışması gerek. Diğerlerine benzemiyor, çünkü her şeyi yapmak zorunda. Tek başına. İlk defa çocuğu olacağı zaman bunu bilmiyor. Demek istediğim, çocuğu istiyor, ama onu yetiştirmenin bu kadar zor olacağını bilmiyor.

Bu annenin bir de sevgilisi var. Ama tamamen gizli. Anne onlara kız arkadaşıyla buluşacağını söyleyerek ilişkisini gizli gizli sürdürüyor. Fakat sonunda her şey açığa çıkıyor. Karin annesinin sevgilisini kabul ediyor. Gerçekten herşey bu kadar kolay mı? Bu biraz fazla mutlu son gibi.

Aslında bu bir mutlu son değil. Annenin erkek arkadaşı bu iki çocuğu kabul ediyor etmesine ama Karin için bu biraz geç. Artık bir babaya ihtiyacı yok. Bunlar o üç dört yaşlarındayken olsaydı çok daha iyi olurdu.

Karin’in kardeşi Mona da biraz sorunlu gibi…

Eh, çok talihli olmadığını söyleyebiliriz. Ama sorunlar önemli değil. İkisinin de sevgiye ihtiyacı var. Karin, ona bütün sevgisini veriyor. Ve karşılığını da alıyor. Onun için önemli olan da bu.

Peki sizin kardeşiniz var mı?
Yok, ben tek çocuğum.

Karin her şeye rağmen Mona’yı çok seviyor. Ona neredeyse annelik ediyor. Bu ilişkiyi yazarken, kendi kardeşinizle olan ilişkinizden yola çıkmış olabileceğiniz düşünmüştüm.

Yok, ama bu zaten benim hikâyem değil, Karin’in hikâyesi. Bazen okur benim yaşadıklarımı bilmediği için kendimi şanslı hissediyorum.

Biraz da Karin’den bahsedelim. Bana biraz ideal bir çocuk gibi geldi. Annesinin dediği her şeyi yapıyor, kardeşine de sürekli o bakıyor.
O ideal bir çocuk değil ki!

Ama öyle gözüküyor.
Çünkü annesinin zor bir hayatı olduğunu biliyor. Annesini seviyor. Ama rahat bir ilişkileri yok. İstedikleri gibi davranamıyorlar. Karin çok iyi bir çocuk. Ama zorluklarla yüzleşmeyi öğrenmemiş. Bunu öğrenmesi gerek. Bu durumda olan çok fazla çocuk var.

Biraz da ikinci kitabınız Acı Çikolata’dan bahsedelim. Bu kitapta, bedeninden memnun olmayan, zayıflamak isteyen bir kız çıkıyor karşımıza. Biraz kilolu ve kilo vermeye çalışıyor. Ama ne yapsa işe yaramıyor. Ailesiyle, özellikle de babasıyla sorunları var. Katı bir aile. Sonunda Eva kendini güzel hissetmek için zayıf olması gerekmediğini anlıyor.

Evet, bu doğru. Diğer insanlar gibi olmaya gerek yok. Ama Eva kilo vermekten başka hiçbir şey düşünmüyor. Bu yüzden de bunu gözden kaçırıyor.

Sonra problemini kendi kafasında çözüyor. Kendini olduğu gibi kabul ediyor, “Böyle iyiyim,” diye düşünüyor.

Aslında Eva kendini sevmeyi de bilmiyor. Ancak sonra, arkadaşlarının da desteğiyle bunu aşıyor. Kendinin saklamamayı öğreniyor. Kendi halinden mutlu oluyor.

Evet, Eva erkek arkadaşının ve yakın bir dostunun desteğiyle bunu başarıyor. Tabii erkek arkadaşıyla ilişkisi de romanda önemli bir boyut, pek çok ipucu içeriyor. Peki, sizce arkadaşlar gerçekten bu kadar önemli mi? Sahiden böyle bir şey yapabilirler mi?

Kesinlikle yapabilirler. Bu çok önemli. Sadece erkek arkadaşlar değil, dostlar da…

Sizin hiç böyle bir arkadaşınız oldu mu?
Hayır, ama bunu çok isterdim.

Ben de…
Gülüşmeler…

İki kitap arasında çok fazla benzerlik var. En önemlisi, ikisi de gençlik sorunlarıyla ilgili. Neden?

Çünkü gençlerle çok ilgiliyim. Onların sorunlarıyla. Ve de mutlu bir hayatı olmayan insanlarla. Bütün bunlar bana her şeyin iyi gittiği bir hayattan çok daha ilginç geliyor. Bunlar tüm gençleri ilgilendiriyor aslında. Özellikle iletişim sorunları çok yaygın. Babası olsun olmasın, herkesin, özellikle de gençlerin kendilerini ifade etmekle ilgili sorunları vardır.

Biraz da Türkçede yayımlanmamış olan kitaplarınızdan bahsedelim, onlar da gençlerle mi ilgili?

Türkçe’de çıkanlar son kitaplarım. Öncekiler daha farklı. Diğerleri, II. Dünya Savaşı’yla, Yahudi Soykırımı’yla, Yahudi çocuklarla ilgili. Bir tane de Anna Frank’la ilgili var. Onun kim olduğunu biliyorsun değil mi? Tamam. Bundan iki kitap önce, onun ailesiyle ilgili bir kitap yazdım. İsviçre’de yaşayan bir akrabası var. Anna Frank’ın yaşayan tek akrabası. Onun evinde 6 bin tane fotoğraf ve mektup bulundu. Dolaplar, çekmeceler, her yer anı doluydu. Kimi 200 yıllık. Hepsini okumadım, çünkü bu saygısızlık. Ama birkaç tanesini okudum. Sonra benden, Anne Frank ve ailesiyle ilgili bir kitap yazmamı istediler. Ben de yazdım, iyi bir iş oldu.

Anne Frank’a olan ilginizden biraz daha bahseder misiniz?

Belki biliyorsundur, ben de Yahudiyim. Günlüğünü 13 yaşları civarında okumuştum. Bir süre onunla ilgili düşünmedim. Ama sonra, okuduğum bir haberden tekrar aklıma düştü. Babası, o trajediden kurtulan tek kişiydi. 1980 yılında, 90 yaşlarında öldü. Yaşadığı süre boyunca, günlüğün gerçek halinin yayımlanmasını istemedi. O zamanlar, Anna Frank’ın gerçek olmadığını söyleyenler bile vardı. Günlüğün hakları farklı kişi ve kurumlardaydı. Yani parayı da onlar alıyordu. Ve bu kitap 50 milyon sattı. Ama parayı kendileri almadılar, bütün dünyaya dağıttılar. Sadece Yahudilere de değil. Araplara ve diğer uluslara. Bir de Netherlands Institute for War Documentation (Hollanda Savaş Belgeleri Enstitüsü) var. Artık bütün günlükler onların. Çünkü aslında 2 tane günlüğü var Anne Frank’ın. İlk günlüğü bizim bildiğimiz. Ama sonra onu tekrar yazmaya başlamış. Başka şeyler eklemiş. Onu bir kitap haline getirmeye uğraşmış.

Bu enstitü Anna’yla ilgili başka bir kitap daha bastı. Frankfurt’tan Amsterdam’a göçü anlatıyordu. Tabii orada saklanmalarını da… Sonunda Anna’nın ölümüyle bitirdiler kitabı. Ondan sonra, asıl günlüğü babası sakladı. Kalın bir kitaptı. Anna’yla ilgili her şey onun içindeydi. Yani toplam iki versiyon vardı. Bir de basılan, üç versiyon ediyor. Onlardan biri 1985 de Hollanda’da çıktı. Sonra Alman yayıncı bana o kitabı çevirmemi teklif etti. Ben de kabul ettim. İbraniceye de çevirdim. Bu büyük bir onur. Ardından başka yayıncılar da Anna Frank’la ilgili kitaplar bastılar. Bir de film var. Anna Frank’ı tanıyan 7 kadın tarafından anlatılıyor öykü. Amsterdam ve toplama kampından arkadaşları. Güzel bir filmdi, değişikti de. Tamamen röportajlardan oluşuyor. Sonra yayıncım, Anna Frank’la ilgili yeni bir kitap istedi. Onunla ilgili yazılabilecek çok şey vardı. Ben de biyografi yazmaya karar verdim.

Şu an Almanya’da yaşıyorsunuz, değil mi? Nazi Soykırımı’nın vatanında… Bu size neler hissettiriyor?

Evet. Orada yaşayan çok Yahudi var. Ve ben kendimi orada rahat hissediyorum. Türkler gibi… Unutma, soykırımı yapanların neredeyse hepsi öldü. Onların torunlarına da dedeleri yüzünden kızgın olamam.

Haydi, Konuş Artık
Mirjam Pressler
Çeviren: Zeynep Ersözlü
Kelime Yayınları, 152 sayfa
Acı Çikolata
Mirjam Pressler
Çeviren: Zeynep Ersözlü
Kelime Yayınları, 136 sayfa

 

Show More