İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Büyük Kelt Fırtınası yaklaşıyor…

Zaman yok olur gider • Sönmüş bir mum gibi,
Ve dağlar ile ormanlar • Doldurur vadesini, doldurur vadesini;
Ama ateş cevheri ruhların • Eski tatlı bozgunu,
Sen bir yere gidemezsin.*

Yazan: Nilay Kaya

Yirminci yüzyılın en önemli şairlerinden William Butler Yeats’in, ait olduğu coğrafya ve kültürün, İrlanda ve Kelt mitolojisinin kadim sözlü geleneğini derlediği Kelt Şafağı adlı eserinin girişinde yer alır bu dizeler. Geçip giden zaman, tıpkı dağlar ve ormanlar gibi çoğul ve parçalıdır. Zamanın yok oluşu bir mumun sönmesinden farksızdır. Ne var ki, mum sönse de doğanın içkin bir elementi olan ateş yok olur mu? Peki ya zaman? Geçtiğini ve yok olduğunu varsaysak da anı parçaları olarak varoluşunu sürdürmez mi? Ya insanlar? Bedenlerinin vadesi dolsa da ruhları, doğada hiç yok olmayan ateş gibi yaşamaya devam etmez mi? Çoğu pagan ve şaman kültürde olduğu gibi Kelt inanışlarında da doğada hiçbir şey aslında yok olmaz, dönüşür.

Türkçeye ilk kez İntikam, Cehennem, Mafya kitaplarından oluşan, Romeo ve Juliet ile Godfather’ın buluşması olarak nitelenen Blood for Blood (Kana Kan) üçlemesiyle çevrilen İrlandalı yazar Catherine Doyle, yeni romanı Fırtına Koruyucusu’nun Adası ile tıpkı usta Yeats gibi İrlandalı köklerine dönüyor. Romanın on bir yaşındaki kahramanı Fionn, babasının bir deniz kazasındaki ölümünden sonra annesinin terk ederek bir daha ayak basmadığı Arranmore Adası’na, bir süre için, yeni tanışacağı büyükbabasıyla yaşamak üzere gelir. Fionn’un son zamanlarda sürekli didiştiği on üç yaşındaki ablası Tara bir önceki yaz adaya gelmişken, Fionn tıpkı büyükbabası gibi adayla da tanışmak zorundadır.

Yazar Catherine Doyle’un kendi büyükbabası ve büyükannesinin yaşadığı, çocukluğunun da adası olan Arranmore, bu romanda soluk alıp veren bir kara parçası olmasının ötesinde, bütün canlıları kontrol eden büyülü bir diyara dönüşmüş durumda. Fionn çok geçmeden sahilde, içi mumlarla dolu bir kulübede yaşayan münzevi büyükbabasının, sadece mum ustası değil, mumlarla doğanın elementlerini kontrol eden, (evet, biraz Son Havabükücü Avatar gibi!) dahası yaptığı mumlarla adanın farklı zaman katmanlarına yolculuğu mümkün kılan, adalıların “Fırtına Koruyucusu” diye adlandırdıkları birisi olduğunu öğreniyor. Öte yandan, ablası Tara, her gün “sinir bozucu” erkek arkadaşı Bartley ve Bartley’nin kızkardeşi Shelby ile gizemli bir deniz mağarasını keşfe çıkıyor ve hiçbir şekilde Fionn’u bu maceraya ortak etmiyor. Bir yandan onlarla birlikte bu mağarayı bulmaya can atan, bir yandan da denizden ölesiyle korkan Fionn, Dublin’deki annesinin “şu sıralar ablasıyla ikisine annelik yapamadığı için” adaya gönderilmiş olmalarının üzüntüsüyle uğraştığı yetmiyormuş gibi bu adanın gizemini tek başına çözmek zorunda kalıyor.

Haydi İrlanda dilinde söyleyelim, zira yazar da romanda yerel dilden bazı kelimeleri kullanmayı seviyor. Bunun romanın büyülü dünyasını pekiştiren (dilbilim profesörü J.R.R.Tolkien Orta Dünya dillerini ve özel isimleri oluştururken nereden esinlendi dersiniz?) bir uygulama olduğu şüphesiz. “Árainn Mhór” adasında, gökyüzünde uçuşan kuzgunlardan, dengesiz gelgitlere kadar her şey, Taht Oyunları’nın yaklaşmakta olan kışı gibi, Büyük Fırtına’nın kopacağının habercisi. Büyük Fırtına’nın kopması demek, Kelt mitolojisinin kötücül tanrıçasının bu hikâyede uykuya yatmış büyücü versiyonu olan Morrigan’ın uyanması, Ruhtakipçilerini peşine takıp yine mitolojide halkların iyi tanrısı olarak yer eden, burada ise iyi büyücü olarak kendini gösteren Dagda’ya yeni bir savaş açması demek. Bu savaşı kazanmaya ise her ne kadar güçlü bir büyücü olsa da Dagda’nın tek başına gücü yetmiyor. Onu destekleyen halka, en çok da elementlere hükmeden o özel insana, yeni Fırtına Koruyucusu’na ihtiyacı var.

İlk Keltler bazı ağaçların kutsal olduğuna inanırlardı. Kelt rahipleri druidler, özellikle meşe ağacıyla özdeşleştirilirdi. Burada da kutsal bir meşe ağacı, adadaki dört klan arasında nesilden nesile aktarılan yeni Fırtına Koruyuculuğu görevinin kimde olduğu
bilgisine sahip. Roman bu öğrenme sürecini bize aktarırken, maceranın katman katman genişlediği, işin içine Kelt mitolojisine ait “selkie”leriyle (yarı insan-yarı fok balığı), denizkızlarıyla türlü deniz canlısının dâhil olduğu, merak ve heyecan duygusunu her daim tepede tutan bir anlatıyla seyrediyor. Voldemort, Ruh Emiciler ve nesilden nesile onu takip eden aileler ile Hogwarts merkezli iyi büyücülerin karşılaşmasını andırır bir şekilde, burada da Morrigan, Ruhtakipçileri, klanlar ve Dagda, savaşın bütün safları birer birer beliriyor. Sona geldiğimizde bu hikâyenin olsa olsa bir üçlemenin ilk halkası olabileceğini görüyoruz. Üstelik roman sadece heyecanlı ve keyif verici maceralar sunmuyor; bir nevi çağdaş druid büyükbabayla Fionn’un arasındaki ilişki başta olmak üzere, aile dinamikleri, aidiyet duygusu ama en çok da korku ve cesaret üzerine akılda kalıcı sorular, içe işleyen duygular bırakıyor. Büyükbabanın sözlerine kulak verelim: “Cesaret sadece bir korkuyu unutma meselesidir, Fionn. Daha fazlası değil. […] Cesaretin birçok farklı çeşidi vardır, Fionn. Kendi içimize yaptığımız yolculuklar çoğunlukla en fırtınalı denizlerde yol almaktan daha zordur.” Fırtına Koruyucusu’nun Adası o büyülü adanın çiçeklerinin, okyanusun kabaran tuzlu sularının bütün kokularını burnumuza getiriyor. Kitap şimdiden yazı boyunca adını andığımız popüler klasiklerin izinden, ama kendi yolunda gitmeye aday. Keşke bir de ona layıkıyla eşlik eden illüstrasyonları olsaydı…
* William Butler Yeats, Kelt Şafağı, İstanbul: Dedalus, 2017.

Fırtına Koruyucusu’nun Adası
Catherine Doyle
Türkçeleştiren: İren Kori
Editör: Ebru Koç Bal – Hikmet
Doğan Benli
İthaki Çocuk Yayınları, 296 sayfa

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Show More