İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Gören gözün var ettiği insan

Claude K. Dubois ve Sarah V., her yaşı hayran bırakacak bir sadelikle işlemişler öyküyü. Öyle bir uyum içinde birleştirmişler ki resimle metni, kitabı kapadığımda, resmin nerede bitip metnin nerede başladığını, hangi cümleyi harflerden hangilerini resimlerden okuduğumu hatırlamıyordum.

Yazan: Mehmet Erkurt

2020’ye veda ettiğim, kaygılarla ve mesafelerle parlaklığını büyük ölçüde yitirmiş bu Aralık ayında beni mutlu eden şeylerden biri, Akim Koşuyor’dan sonra yeniden Claude K. Dubois’yla buluşmak oldu. Belçikalı sanatçının resimlediği, hikâyesini kızı Sarah Van Linthout’un (Sarah V.) yazdığı Kimsesiz, sakin resimleri, kısacık metinleriyle beni yine o çok sevdiğim derin sessizliğe itti. Eserin düşündürdüklerini sıraya sokma çabama, bir eserin bunları düşündürebilmesine ve bunun için başvurduğu anlatım yöntemlerine, eserdeki estetik yetkinliğe duyduğum hayranlık eşlik etti. Bütün yayınlarını ilgiyle takip ettiğim Gingko Kitap’a bir teşekkür daha.

Kimsesiz, beni önce ismiyle sarstı. Hector Malot’nun aynı adla Türkçeleşen, çocukken okuduğum klasiği Sans Famille geldi aklıma ve kimsesizliğin o üşütücü hissini o zamanki gibi şimdi de hissettim. Evsizlik değil, barksızlık ya da ailesizlik değil, kimsesizlik… Malot’nun eserindeki ailesizlik kuşkusuz bir çocuk için kimsesizlikle eşdeğer. Kimsesiz’deki kimsesizlik ise, başka sorular da getiriyor beraberinde: Bu yaşta bir adam niçin kimsesiz? Hiç mi arkadaşı olmadı, yoksa onları tek tek yitirdi mi? O mu uzaklaştırdı insanları, elinde olmayan nedenlerle mi koptular birbirlerinden? Ekonomik durumu yüzünden mi kimsesiz, kimsesiz olduğu için mi yokluk içinde?.. Öykü, bu ve benzeri pek çok soruyu da ardına takarak, üzerine saatlerce, belki de günlerce konuşabileceğimiz bir yaşam kesiti sunuyor. Toplumsal adaletten sosyal devlete, insan olmanın anlamından toplumdaki birey olmaya, eşitsizliklere sırt çevirmekten onları gerçekten görebilmeye, yetişkindeki önyargı ve kabullerden çocuktaki meraka ve berraklığa, yetişkin mesafeden çocuksu yakınlığa, bir yaşamın asgari ihtiyaçlarına ve sahip olduğumuz konfora kadar, kuşkusuz daha sayamadığım pek çok konu ve soru bu yoğun öyküde okurları bekliyor.

Gün, hayata ailesiyle, yataklarında uyanan çocuklarla başlıyor; kimsesiz, isimsiz kahramanımızın bir otobüs durağında ya da reklam panosunun yanında, üşümüş bedeni ve çiyle ıslanmış battaniyesiyle başbaşa uyanmasıyla devam ediyor. O, aç ve açıkta. Bir sokak kedisinin açlığını anlayacak kadar. Bir “iyilik yapma” üstenciliğine ihtiyacı yok, o kediyle ortak noktalarının bilincinde, çöpten bulduğunu onunla paylaşmasındaki doğallık burada yatıyor. Üstelik görülmüyor da. Onu yattığı yerden kaldırmak için gelen polisler dışında, herkes yanından geçip gidiyor. Kokuyor, istenmiyor, kovuluyor… İnsanları ve aralarındaki bağı izlerken uzaktan, o, ismini bile hatırlamıyor. Ta ki, günün bir vakti…

Kitabın orijinal adı Bonhomme gerçekten de içinde kimsesizliği barındırıyor. “Herhangi bir adam” anlamına da gelen bonhomme, doğal olarak belirsizliği, aidiyetsizliği, isimsizliği ve bu anlamda kimliksizliği de taşıyor. Ama bir horgörü içermeden, başındaki bon- (iyi) sıfatından aldığı olumlulukla, daha çok “kendi hâlinde bir insan” ya da “öyle bir kimse” dercesine kullanılan bu ifade, en bilindik kültürlerötesi unsurlardan “kardanadam” için de kullanılıyor. En fazla bir mevsimlik ömrü olan bonhomme de neige, çocukluğun en sevilen imgelerinden biri olarak asırlardır yaşıyor. Önyargıyla, nefretle, korkularla doldurulmamış her çocuk için, yolda gördüğü her insan bir bonhomme aslında. O bedenlendirdiği, giydirdiği, gülümsettiği, sevgisiyle var ettiği karinsandan farksız… Çünkü çocuk daha adını koymadan, tanımlara başvurmadan biliyor: Sevgi ve ilgi var ediyor. Yokluğu da kuşkusuz, yok ediyor.

Kimsesiz, toplum içinde, diğer bir deyişle “öteki”nin bakışında yer alamadığımız, bir gözden yansımadığımız, her daim yok sayıldığımız sürece varlığımızın nasıl da tanımsızlaşabileceğini -ve hatta silikleşebileceğini- hatırlatırken, bir yandan da bir çocuğun insanla kurabildiği katışıksız ilişkinin özünü öyküleştiriyor. Çocuğun bakışlarında var olduğumuz hâl, bizim de en iyi özümüz aslında. O hâl, çocukluktaki ilk sabitimiz, belki. Büyüdükçe uzaklaştığımız, yitirmesek de koptuğumuz o ilk ben’i en iyi çocuk görüyor. Gördüğü şeye verdiği ad da gerçekten yansıttığımız şeye en yakın ad olabilir. Tıpkı öyküdeki kimsesizin deneyimlediği gibi. İçtenlikle söylemiş bir sözün hakikate dokunmasından doğal ne var?

Claude K. Dubois ve Sarah V., her yaşı hayran bırakacak bir sadelikle işlemişler öyküyü. Öyle bir uyum içinde birleştirmişler ki resimle metni, kitabı kapadığımda, resmin nerede bitip metnin nerede başladığını, hangi cümleyi harflerden hangilerini resimlerden okuduğumu hatırlamıyordum. Metin resimdi, resim de metin. Eklemlenmemiş, birlikte oluşmuşlardı. Tıpkı biz okurların da çocuk ve yetişkin demeden, kıdemin ve deneyimin ötesinde, bu metnin (s)özünde buluşabileceğimiz gibi.

Kimsesiz
Sarah V.
Resimleyen: Claude K. Dubois
Türkçeleştiren: Ferhat Sarı
Editör: Suzan Geridönmez
Ginko Çocuk Yayınları, 72 sayfa

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Show More