İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

“Çocuk edebiyatına çok şey borçluyum”

Söyleşi: Elif Şahin Hamidi

1997 yılında ilk romanınız yayınlandı ve bu bir gençlik romanıydı. Ayrıca çeviriler yaptınız, makaleler, denemeler yazdınız, Agos’ta çalıştınız. Öyküler ve çocuk kitapları kaleme aldınız. Şiir sizi besleyen ana damarlardan biri… Nasıl çıktınız bu yola; yazıyla olan ilişkinizin başlangıcına gitsek önce?
Yazının edebiyata dönüşme macerasını hep hayali bir muhatap, bir okur tahayyülüne bağladım. Bir başkasına ulaşmak istediğinizde, mesele duygu ve düşüncelerinizi kendiniz için not ettiğiniz günlük formatından çıkıyor. İşin içine bir anda kurgu giriyor, bir yapı inşa ediyorsunuz ve özgün bir edebiyat diliyle bambaşka bir dünya kurmaya başlıyorsunuz. Üniversite döneminde öyküyle çıktığım yola roman, deneme ve şiiri de kattım zamanla. Agos Gazetesi’nde çalışırken de haberden köşe yazısına, söyleşiden manşete gazete dilini öğrendim. Çocuk edebiyatıysa başlı başına bir okul oldu.

İlk çocuk kitabınız Ay Denizle Buluşunca, sonuncusu ise Uçan Kız Volante. Ki bu son kitabı çocukluğunuza ithaf ettiniz. Çocukluğunuz, yazınınıza nasıl sızıyor ya da neler sızıyor oradan?
Ay Denizle Buluşunca’yı yazdığım dönemde çok gençtim, evimiz yanmıştı. Oturacak yer bile olmadığı için bütün bir kış mevsimini çeşitli kafelerde tüneyerek geçirmiştim. O ara Bu Yayınevinin düzenlediği çocuk edebiyatı yarışmasına dört elle sarılarak çocukluğumda okumayı isteyeceğim bir hikâye kurmaya başladım. Bir yanıyla sıcaklık arayışımdı bu. Kendi çocukluk anılarımdan da faydalandım yazarken ama en çok da Aykızı ve Deniz’in ilişkisiyle aktım. Sadece yazarın değil, herkesin çocukluğunu içinde taşıması gerektiğini düşünüyorum.

Her türlü kimlikten sıyrılabilmek, başka dillerin şarkılarına, başka seslere kulak vermek, görünmeyenleri görünür kılmak gibi çok şahane bir beceriniz var yazarken ve muhtemelen yaşarken. Özellikle çocuk edebiyatında bunu başarabilmenin yolu ve bunun önemi üzerine konuşabilir miyiz?
İnsanların, doğanın, canlıların, eşyanın hikâyesini merak ediyorum. Anlatılmamış olanlar özellikle ilgimi çekiyor. Edebiyat bana susmuşların ve susturulmuşların sesini işitme, onları içimde duyma ve o hikâyeye aracı olma fırsatı verdi. Özü itibariyle de hep muhalif olarak gördüm yazıyı. Düzenden memnunsan niye hayatını başka bir dünya yaratmak üzere erteleyesin? Çocuk edebiyatında ise ihtiyacım olan özgürlüğü ve umudu buldum. En sevdiğim okurlar da çocuklar ve gençler. Onlar kendi doğalarında her tür kimlikten azade, sadece kendi olmanın ve dünyayı keşfetmenin derdinde. Ben de onların ruh zenginliğine, dürüstlüğüne layık olacak şekilde yazmaya çalışıyorum.

“Yazmak, dünyanın anlamını sarsmak, ortaya dolaylı bir sorgulama koymak ve yazarın son bir gerilim daha yaratmasıyla soruyu yanıtsız bırakmaktır,” diyor Roland Barthes. Çocuk edebiyatının yapması gereken tam da Barthes’ın dediği gibi soruyu yanıtsız bırakmak ve çocukları başka soruların peşine sürüklemektir diyebilir miyiz?
Edebiyatın ve yazının farklı türlerini denemek yazara çok fazla şey öğretiyor. Çocuk edebiyatı ise bu açıdan âdeta kendi içinde bir okul. Kurguda boşluğa ya da gevşekliğe zerre tahammülü olmayan çocuk, diyalogları ve meselenin ele alınışını da samimiyet sınavından geçiriyor. Hâl böyle olunca çocuk edebiyatı göze aldığı cesur kurgular ve en yaratıcı içeriklerle her yaştan okuru peşinden sürükleyebilecek güçte. Hem okurken hem yazarken beni ilham ve umutla dolduran çocuk edebiyatına çok şey borçluyum.

Yaşlı insanlar âdeta birer söz büyücüsü. Marquez’in büyükannesi gibi büyülü hikâyeler anlatan bir büyükannem olmasını çok isterdim. Siz anneannenizle bir arada olabilmiş bir çocuktunuz. Onunla aynı odayı paylaşmış olmak hikâyeciliğinize ne kattı?
Biz anneannemle birbirimize “koğuş arkadaşı” derdik. Aynı odada yatardık. Gece sohbetlerimizin tadına doyum olmazdı. Onu güldürmeyi çok severdim, o yüzden okulda ya da sokakta ne yaşamışsam maceraya dönüştürürdüm. O da bana eskilerden anılarını anlatırdı. Dünyamız genişlerdi birlikte. Anneannemden karşımdaki insanı dinlemenin önemini, emanet edilen hikâyenin kıymetini öğrendim. Yaşlı kuşakla bağ kurmak bambaşka katmanlar açıyor ruhunuzda ve bir yandan da birbirini anlamak denen mucizenin nasıl da yaştan bağımsız bir deneyim olduğunu fark ediyorsunuz. Çocukların yaşlılarla iletişimini bu açıdan hayatın bir hediyesi olarak görüyorum.

Bazen yazarlar öğretme ve mesaj verme kaygısıyla işliyor hikâyesini ve çocukların ağzından yetişkinlere özgü, kitabi cümleler döküldüğünü görüyoruz. Sizin bu konuda çok özenli olduğunuzu görüyorum. Didaktikliğin çocuklar üzerinde nasıl bir yan etkisi olur?
Çocuk doğası gereği her şeyi merak eder, deneye yanıla öğrenmek ister. Dolayısıyla en son ihtiyacı olan şey didaktik, hazır yargılardır. Ne düşünmen ve hissetmen gerektiği sana dayatıldığında, hikâyeyle sahici bir bağ kurma ihtimalin kalmıyor. Kahramanı çocuk olan kitaplarda ayrıca yetişkin dilinden bağımsız olarak, o çocuğun kendi biricik varlığını ortaya koyacak özgün, tutarlı bir dilin var olması şart. Diyaloglar konuşma enerjisini yansıtmalı, günlük hayatın gerçeğine yaslanmalı. Daha da önemlisi kahraman sadece konuştuğu anlarda değil, zihin ve ruh dünyasında da kendi yaşıyla uyumlu bir iç sese sahip olmalı.

Kimi yazarlar kaostan beslenir, kimileri ise aşırı bir düzene ihtiyaç duyar. Hepsinin farklı bir yoğurt yiyişi, yazma disiplini var. Size ne iyi geliyor, nasıl bir düzene ihtiyaç duyuyorsunuz yazarken?
Bu da zaman içerisinde değişen şeylerden biri oldu. Önceleri yazmak için biraz kendi içime dönebileceğim görece sessiz, sakin mekânlara ihtiyaç duyardım. Zamanla iş hayatının koşuşturması ağırlık kazanınca, her ortamda çalışmayı öğrendim. Yıllardır en gürültülü yerlerde yazabiliyorum. En çok da yollarda, trende ya da vapurdayken yazmayı seviyorum. Sanki o zaman yazının içine yol da kaçıyor.

Yazı tasarıları nasıl gelir zihninize? Aniden parlak bir fikir, bir tasarı mı gelir, yoksa derme çatma bazı düşünceler, görüntüler, sesler mi üşüşür zihninize?
Önce bir huzursuzluk duygusu gelip yerleşiyor içime. Yazmadan duramayacağım bir şey var, anlatmadan rahat edemediğim bir meram; kalıbına dökülene kadar peşimi bırakmıyor. Köşe yazısı ve deneme gibi alanlarda ele almak istediğim belli bir kavram ya da doğrudan ona yaslanarak ilerleyeceğim bir film, şarkı, şiir ya da kitap oluyor. Kurguda tıkandığımda hemen bilgisayar başından kalkar, bambaşka bir şey yapmaya başlarım ve hiç şaşmaz bir biçimde tam da o ara zamanda yazının omurgası kafamda canlanır. Edebiyatta ise daha karmaşık ilerliyor bu süreç. Kimi zaman bir kelime, bir cümle oluyor içimde, bazen de bir kahramanın peşi sıra yola çıkıyorum. Her seferinde sil baştan işe girişiyor ve yeni şeyler öğreniyorum.

Ödüller de almış bir yazar olarak, yazarların hayatında önemli bir yere sahip olan yarışmalar hakkında neler söylersiniz? Yarışmalar, jürideki eski kuşak yazarları yeni kuşak yazarlarla ve eserleriyle buluşturması, genç yazarların eserlerinin eski kuşak yazarlar tarafından değerlendirilmesi bakımından nasıl bir öneme sahip?
Özellikle ilk dosyayı teslim ânımı hiç unutmam. Semtimde zaten her gün gittiğim Gençlik Kitabevi’nin bir öykü yarışması düzenlediğini, jüride de kitaplarını tutkuyla okuduğum yazarlar olduğunu görünce, hem çok şaşırmış hem de çok sevinmiştim. Açıkçası zamanlama açısından da mucize gibi gördüm bu gelişmeyi. Çünkü tam da artık sadece kendime saklayamayacağım kadar dili ve kurgusuna yoğunlaştığım öyküler ortaya çıkmaya başlamıştı ve onları değerlendirmesine güvendiğim birilerine emanet etmek istiyor ama bir yandan da çok korkuyordum. O ilk adım inanılmaz zor ve ürkütücü. Benim cesaret edebilmem tamamen sevdiğim, yakından bildiğim bir kurumun işin içinde olmasıyla ilgiliydi. O süreçteki herkese ve özellikle Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü var eden, gençlere el veren Enver Ercan’a bir ömür müteşekkirim.

Show More