İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Aynanın İçinden

Aytül Akal

“Çocuklar için yazacağım
aklımın ucundan geçmezdi”

Söyleşi: Elif Şahin Hamidi

Kaleme aldığınız sayısız eserle, çocuk edebiyatında otuz yılı deviriyorsunuz. Nasıl bir 30 yıldı bu? Çocuklar için yazmak, üretmek, çocuklar için söz söylemek hayatınızda nasıl bir etki yarattı?

Yazar olmak, çocukluk düşümdü. Ancak çocuklar için yazacağım aklımın ucundan geçmezdi. Küçük oğlum Alper iki buçuk yaşındayken “masal” diye tutturmasaydı, kendimi yine de çocuk kitaplarının dünyasında bulur muydum, bilmiyorum. Çocuk algısının çeşitliliği ve renkliliği beni değiştirdi mi, yoksa zaten o dünyaya ait olduğumu fark edemediğim için mi 39 yaşıma kadar ne yazacağımı bulmak için oyalanıp durdum, bunu da bilmiyorum.

Çok fazla okura ulaşan, çokça okunan “Süper Gazeteciler” serisinin beşinci kitabı Son Baskı yayınlandı. Nasıl başladı ve ortaya çıktı bu seri? Gazete, gazetecilik ve gazeteciliğe meraklı kahramanlar yaratmak: neydi size böyle bir seriyi yazdıran?

Okurlarım büyüyordu, masallar, öyküler çoktan okunup bitmişti. Artık roman istiyorlardı. Ben ortaokuldayken, sınıf haberleriyle bir gazete hazırlayıp her ay panoya asıyordum. Artık 2000 yılına girmek üzereydik; gençler şimdi gazete çıkarmak isteseler elbette ekip kurar, teknolojinin her olanağından yararlanırdı. Bu fikirle doğdu “Süper Gazeteciler”. Hayat Mecmuası ve Elele dergisinde gazetecilik yaptığım dönemde edindiğim deneyimlerin de büyük katkısı oldu seriye.

Konuları birlikte seçen, birlikte haber toplayan, iş bölümü yapan, yardımlaşan çocuklar var bu seride. Pandeminin de etkisiyle iyice teknolojinin esiri olan, uzunca bir süre okullardan uzak kalan ve yalnızlaşan günümüz çocukları böyle bir birliktelikten, dayanışma ruhundan uzak mı kaldılar sanki, ne dersiniz?

Hayat bize neyi zorluyorsa, o şartları kendimiz ve çevremiz için en iyisi olacak şekle dönüştürmek bizim elimizde. Çocukların da arkadaşlarıyla çevrimiçi buluşup oyunlar oynama, çeşitli projeler üretme fırsatları var. Gerekli olan, ebeveynlerin bu konuda onlara yol gösterici olması.

Seri yazmanın yazara sağladığı kolaylıklar ve yanı sıra yaşattığı zorluklar nelerdir? Örneğin aynı karakterlerle yola devam etmek, yeni karakterler yaratmak zorunda kalmamak, yazar için kolaylık mıdır?

Bir kitaba başlarken, seri olacağını hiç düşünmem; hep “tek kitap” olarak yazmışımdır. Bazen okurlar zorlar, bazen kahramanlar zihnimde konuşup hareket etmeye devam ettiğinden yazmaktan başka çarem kalmaz. Karakterler, mekân ve zaman belliyse, geriye sadece heyecanlı bir “macera” bulmak kalır ki, bir yazar için hiç zor değil. Ancak seri uzadıkça, karakterler sadece yazar tarafından değil, artık okurlarca da iyice tanınıp benimsenmiş olduğundan, kimin ne yapacağı, kimin ne diyeceği, hatta kitabın nasıl sonlanacağı da öngörülebilir olur. Okuru sürprizleriyle şaşırtamayan bir kitabı ben okumaktan da yazmaktan da sıkılıyorsam, okurlar daha çok sıkılır diye düşünürüm. Bu nedenle serileri fazla uzatmam.

Çocukların kitaplarla bağ kurmasında evde bir kütüphanenin olmasının, anne-babanın çocuklarla birlikte kitap okumasının etkili olduğunu biliyoruz. Ancak bazı yazarlar gibi sizin de bir kütüphaneniz ve size kitap okuyan bir anneniz-babanız, nineniz-dedeniz olmamış. Ne var ki yine de kitapsever bir çocuk olmuşsunuz. Üstelik yetmezmiş gibi bir de yazar olmuşsunuz. Kitapların büyüsüne nasıl kapılır insan?

Ebeveynler rol modelimiz. Ancak ne açıdan model alacağımız bize bağlı. “Onlar böyleydi, ben öyle olmayayım,” diye tersi de seçilebilir; sanırım ben birçok konuda öyle yaptım. Farkına varmasak da tercihlerimizi aslında küçük yaşlarda yapmaya başlıyoruz. Çevre baskısı bizi değiştirmeye çalışsa bile gerçek kimliğimizin yok olmasına izin vermemek kendi elimizde.

Gerek ebeveynler gerekse öğretmenler, çocuklardan hep başarı, daha çok başarı bekliyor. Herkes başarıya odaklanmış. Kim Demiş Yaramazım Diye adlı otobiyografik kitabınızda, eğrisi doğrusuyla çocuk Aytül’ü gözler önüne seriyorsunuz. Sınıfta olmak yerine, sokakta koşturmayı yeğleyen çocuk Aytül, yetişkinlere ne söylemeye çalışıyor?

Okul anılarımı topladığım o kitapta, yaptığım hataları ve sonuçlarını dürüstçe ortaya koyarak asıl önemli olanın hata yapmamak değil, onları düzeltme becerisini geliştirmek olduğuna vurgu yapmak istedim. Kimse mükemmel değildir, olmak zorunda da değil. Asıl sihir, kendimiz olmakta.

Yazmak insanın kendisine, dünyaya, ölüme meydan okuması, anlamını sarsması, ben varım, buradayım demesi sanki. Sizin yazma amacınız ve bunca yıldır yazıyor olmanın üzerinizdeki izdüşümü nedir?

Doğanın beklenmedik bir dokunuşuyla her şey yok olabilir; uygarlıklar silinir, kitaplar yanıp kül olur. Hiçbir şey kalıcı değil. Yazmak, ölüme meydan okumak mı, bilemem. Çocukluk tutkumu gerçekleştirmekten duyduğum mutluluk ve okurlarımın sevgi dolu iletileri bana yetiyor.

Yazmakla yetenek ve çalışma arasındaki bağ hakkında neler söylersiniz? Ne kadarı alın teri, ne kadarı yetenek sizce? Öğretilebilir bir şey mi yazarlık?

Valla öyle diyorlar ama bilemem tabii: yoksa önüne gelen neden çocuk kitabı yazma atölyesi açsın ki? Eskiden yoktu böyle şeyler, yine de yazdık, fena mı oldu? Eğer sevdiğiniz bir işi tutkuyla yapıyorsanız, kaç saat harcarsanız harcayın, yorulduğunuzu hissetmezsiniz. “Süper Gazeteciler”in ardından üç hafta fizik tedavi görmüştüm. Tutku, aşk, böyle bir şey: yaşatamazsınız; anlatır, tarif edersiniz ancak.

Kendi sesini nasıl bulur bir yazar, özgünlüğünü nasıl ortaya koyar? Kendi deneyiminiz üzerinden anlatır mısınız?

Uzun yıllar dergilerde yazdım. Bu çalışmalar beni ileride yazacaklarıma hazırlayan bir süreç oldu. “İlk kitapta neyi değiştirmek isterdiniz?” diye sorsanız, “hiçbir şeyi” derim. Üslubum iyice damıtılmış ve özgünleşmişti artık. Ne yazacağımı bulmakta geciktiğimi düşünerek üzülüyordum, oysa bu gecikme bana daha ilk kitapla özgün bir kaleme dönüşmüş olma armağanını getirdi.

Çocukluğunuz sizin edebiyatınıza nasıl sızıyor ya da neler sızıyor oradan? Çocuklar için yazan bir yazarın çocukluğuna ve içindeki çocuğa daha sıkı tutunması gerektiği söylenebilir mi?

Çocukken yetişkinler tarafından “duygusuz, yaramaz, tembel” diye etiketlenmiştim, ben de gerçek kimliğimi gizleyip bana biçilen rol neyse, onu oynardım. Büyüdüm diye taraf değiştirmem olası değildi. Yaşamı derinden hisseden bir insan olarak, kahramanımın duygularını anlamak, öte yandan okurla metin aracılığıyla özdeşim kurmak, benim için hiç zor değil bu nedenle.

Kimi yazarlar bazen öğretme ve mesaj verme kaygısıyla işliyor hikâyesini ve çocukların ağzından yetişkinlere özgü, kitabi cümleler döküldüğünü görüyoruz. Siz didaktiklikten, parmak sallamaktan sakınan bir yazarsınız. Didaktiklik, çocuklarla kitapların arasına bir duvar mı örer acaba?

Okurla yazar arasındaki duvarı ören, samimiyetsiz anlatımlardır. Çocuk okur, yazarın içtenliğini ya da yetişkin tavrını derhâl hisseder. Bence asıl ustalık “hiç” mesaj vermemek değil, vermediğini düşündürmek…

Yazı tasarıları nasıl gelir zihninize? Aniden parlak bir fikir, bir tasarı mı gelir, yoksa derme çatma bazı düşünceler, görüntüler, sesler mi üşüşür zihninize?

Aklıma bir fikir düşüverir. Mini mini bir kıvılcımdır bu. Yazdıkça şekillenir kahramanlar, olaylar. Romanın nasıl biteceği bana da sürprizdir.

Nasıl bir düzene ihtiyaç duyuyorsunuz yazarken, size ne iyi geliyor: Sakin ve düzenli bir oda mı, karmakarışık bir masa mı, fonda bir müzik mi?

Yazma ortamı konusunda çıtam çok çok düşüktür, hemen her yerde yazabilirim. Önümde bir bilgisayar varsa, başka hiçbir şeye ihtiyacım yoktur, masaya bile. Örneğin “Süper Gazeteciler” serisinin bir kitabını, yaz tatilinde gece herkes uyurken sabaha kadar yatakta, sırtımı duvara dayayıp, kucağıma koyduğum bilgisayarda yazmıştım.

Show More