İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Acı dolu geçmişin umutlu gelecekle takası

On Birinci Takas, ne çocukların ne de yetişkinlerin kaldırabileceği ağırlıktaki travmaları, yeni bir hayat umuduyla takas etmeyi isteyen 12 yaşındaki Afgan mülteci Sami’nin hikâyesini anlatıyor.

Yazan: Emel Altay

Sami, Boston’a yeni yerleşmiş Afgan bir mülteci. Dedesiyle birlikte yeni hayatlarına uyum sağlamaya çalışıyorlar ancak arkalarında bıraktıkları acılar çok büyük, kayıplar telafisiz. Sami henüz 9 yaşındayken anne babasını Taliban’ın düzenlediği canlı bomba saldırısında kaybediyor. Kendisi ve dedesi bu saldırıdan sağ kurtulmayı başarıyorlar. Bu acı olayın ardından büyük yolculukları başlıyor; önce İran’a, oradan İstanbul’a, sonra Atina ve sonunda Boston… Mülteci kamplarında, gecekondularda, 10 kişinin bir arada kaldığı sefil otel odalarında geçen yolculuklarda dede toruna yarenlik eden en önemli ve belki de tek şey, bir Afgan sazı olan rebap. Sami’nin dedesi, Taliban Afganistan’ı yakıp yıkmadan, ailesini katletmeden önce çok ünlü bir müzisyenmiş. Memleketlerini terkedip meçhul bir yolculukta geleceklerini ararken de sadece rebaplarını yanlarına alabilmişler.

“ŞARKILARIMIZ OLMAZSA UMUDUMUZA NE OLURDU?”

On Birinci Takas, hikâyesini dedenin metroda rebap çalarak geçimlerin sağladığı, Sami’nin de Boston’daki okulun ilk gününden sonra dedesinin yanına geldiği andan anlatmaya başlıyor. Dedenin rebabı tutması için birkaç dakikalığına Sami’ye bıraktığında olanlar oluyor ve kalabalık metroda bir hırsız, sazı çalıyor. Sami ve dedesi için evi, aileyi hatırlatan, sağaltıcı tek şey rebaptan yayılan müzik. İkisinin de kapıldığı derin üzüntüyü Sami “Şarkılarımız olmazsa umudumuza ne olurdu?” sorusuyla dile getiriyor. Rebaptan yayılan ezgiler geçim kaynakları olmasının yanında dedenin memleketindeki profesyonel mesleğini devam ettirmesinin tek yolu, dahası sahip olduğu kimlikten elinde kalan tek şey. Sami için de yaşananlar çok ağır. Böylesine küçük yaşta mülteci olmak, anne babasını vahşi bir saldırıda kaybetmek, vatanından, evinden olmak kimsenin kaldırabileceği yükler değil. Üstüne kendi hatasıyla tek varlıklarını, rebabı kaybetmelerinin vicdani ağırlığını yaşıyor. Bu noktadan itibaren Sami’nin aklındaki tek şey çalınan rebabı geri almak oluyor.

REBAP, UMUDUN SİMGESİ…

Rebap, bir metafor olarak kullanılıyor aslında; dede torunun sahip oldukları tek şeyi, umudu simgeliyor. Onun kaybının simgelediği şeyler ise neredeyse her şey: Dilleri, ezgileri, evleri, aileleri, umutları… Ama Sami bu büyük enkazın altından kalkabilecek güçte bir çocuk. Planlar yapıyor, ona yardımı esirgemeyecek dostlar ediniyor, zorbalıklara boyun eğmiyor ve sonunda rebabı yani umudunu geri kazanmayı başarıyor.

ELDEN ELE BÜYÜTÜLEREK GELEN MUTLULUK

Sami’nin şansızlığı rebabın çalınmasıysa şansı da çevresindeki pırıl pırıl insanlar oluyor. Okul arkadaşı Dan, ilk andan itibaren Sami’ye kol kanat geriyor, onu futbol takımına almasıyla başlayan dostlukları rebabı birlikte aradıkları bir ay boyunca pekişiyor. Dan, Sami’yi futbol takımındaki diğer arkadaşlarıyla ve koçla tanıştırıyor. Koç kendi arkadaşlarıyla, okul arkadaşları aileleriyle derken yalnız bir mülteci olan Sami’nin dünyası giderek genişliyor. Rebabın bir ikinci el dükkanına satıldığını ve geri almak için 700 dolara ihtiyacı olduğunu öğrendikten sonra Sami’nin düşündüğü tek şey o parayı biriktirmek oluyor. Üzerine giyeceği birkaç kıyafet dışında neredeyse hiçbir şeyi olmayan Sami için 700 dolar çok büyük para. Aklına elinde olan bir avuç eşyayı başka şeylerle takas etmek ve takas ettiği şeyleri satarak para kazanmak geliyor. Bu zorlu ve eldekilere bakıldığında (bir Manchester United anahtarlığı, Türkiye, Yunanistan va Afganistan’a ait birkaç madeni para) işi çok zor. Ama zeki ve azimli bir çocuk için imkânsız diye bir şeyin olmadığını bu birkaç değersiz eşyadan 700 dolardan çok daha fazlasına ulaşabileceğini görüyoruz. İnanç, dostluk ve kararlılıkla tüm dertlerin üstünden aşılabileceğini gösteriyor bize Sami.

“KAYBIN YERİNİ UMUT ALMIŞTI”

Yazar Alyssa Hollingswort, bir aya yayılan macerayı Ramazan ayına denk getirerek müslümanların oruç ve bayram geleneklerini de kitabına katmış. Üstelik Amerikalıların bağımsızlık günü olan 4 Temmuz’u da Ramazan Bayramı’nın hemen öncesine koyarak Sami’nin adım attığı dünyanın kültürel zenginliğinin altını çizmiş. Orucunu tutan, Boston Camii’nde namaza giden Sami, Amerikalı arkadaşlarıyla 4 Temmuz kutlamalarına da katılıyor. Afganların kültürüne, misafirperverliğine ve Tanrı’ya duydukları sarsılmaz inanca (Dedenin sıklıkla tekrarladığı bir cümle var: Khuday Pak mehriban dey, yani Tanrı naziktir) Peştuncanın inceliğine kitapta başarıyla yer veriliyor. Bu başarının yazarın ve kız kardeşinin yaşam deneyimlerinden geldiğini de kitabın sonundaki bölümden anlıyoruz.
Umarım yuvasından uzağa düşen tüm mülteciler acılarını umutlu bir gelecekle takas ederler. Sami’nin dediği gibi; “Kaybın yerini umut almıştı. Acı dolu bir geçmişin yerini yeni bir topluluk, yeni şarkılar ve yeni bir yuva almıştı. İşte on birinci takas buydu.”

On Birinci Takas
Alyssa Hollingsworth
Türkçeleştiren: Handan Sağlanmak Arlı
Editör: Büşra Oktay
Beyaz Balina Yayınları, 295 sayfa
Show More