İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Büyülü gerçekçilik ne değildir?

Yazar kendi yarattığı gerçeküstü olaylar silsilesini ya kendi de ara sıra unutmaktan korktuğu için yahut daha da kötüsü okurunun hafızasına hiç itimat etmediğinden olsa gerek sürekli hatırlatma ihtiyacı hissediyor.

Yazan: Gökhan Yavuz Demir

Köpekler bir karga gibi yüz sene yaşamıyor, onların yeryüzündeki serüvenleri çok daha kısa sürüyor. Fakat bu kısa ömürlerinde bizim gibi ihtiyarlıyorlar; onların da yüzlerine, tüylerine ak düşüyor, eklem ağrılarından dolayı daha az hareket ediyorlar, gözlerinde ve kulaklarında yaşa bağlı görme ve işitme kayıpları meydana geliyor. Bütün bunları bir süredir Kocabaş’ta gözlemliyoruz. Bu sebeple soğuk havalarda bizim ihtiyar koca kızı eve alır olduk. Önceleri çekinse ve rahat edemese de şimdilerde bayağı alıştı. Artık kitap okurken de yazımı yazarken de Kocabaş az ötemde yatıp uyukluyor. Arada bir öyle iç çekiyor ki sanırsın yılların yorgunluğunu atıyor.

Kargodan bu sefer Nazlı Eray’ın Karga Feramuz’un Aşkı çıkıyor. Aslında romanın hayli ilginç, fantastik ve insanın hayal gücünü gıdıklayan bir konusu var. Seksenlik Karga Feramuz’un, hikâyenin anlatıcısı on dört-on beş yaşlarındaki Nazlı’nın köşkteki babaannesine olan platonik aşkını, ağaçtan düşen bir günlükten öğreniyoruz. Ama olayların gerçeküstülüğü bununla da bitmiyor. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde yaşananlarla birlikte hikâyemize bir firavun, Ağlayan Kadınlar Lahdi üzerindeki ağlayıcı kadınlar, Venüs heykeli, şarkı söyleyen bir büst ve üç bin sene öncesinden gelen bir mağara adamı olan Ateş de dâhil oluyor. İnsan bütün bunları işitince doğrusu kitaba daha bir heyecanla sarılıyor.

Gerçekten de Nazlı Eray’ın, bizim edebiyatımızda çok da tercih edilmeyen fantastik ve gerçeküstü unsurlarla hikâyesini bezemek gibi ayırt edici bir tarzı var. Fakat bu karakteristiği, genelde onun yazarlığı ve özeldeyse bu romanı hakkında yazılan pek çok yazıda belirtildiği gibi kendisini “büyülü gerçekçi” kılmıyor. Edebiyatımızdan çok daha güdük kalmış eleştirimiz, aradaki nüansları yiyip geçse de “ger-
çeküstücülük” ile “büyülü gerçekçilik” arasında dağlar kadar fark bulunuyor.

Kesinlikle gerçeküstü olan, fakat hiç de büyülü bir gerçekçiliği olmayan Karga Feramuz’un Aşkı, anlatmayı tasarladığı veya vadettiği hikâyesiyle sıradışı bir roman. Fakat bütün bu heyecan ve coşku, anlatının inşasındaki ve anlatımındaki acemiliklerle yerini maalesef bir hayal kırıklığına bırakıyor.

Mesela çok insan merkezci bir bakış açısıyla, insana has pek çok hususiyet hayvanlara ve heykellere yansıtılmış. O kadar ki dişi kargaların diyet hakkındaki konuşmaları veya lahitteki ağlayan kadınların süs eşyalarına düşkünlüğü, cinsiyetçi değilse de pekâlâ çocukça. Bir de bütün bir metin boyunca şimdinin geçmişe dayatılması söz konusu. Şimdinin beğenileri, değerleri, kavrayışları bütün bir geçmişe teşmil ediliyor. Oysa sadece insanların, toplumların, Kocabaş’ın veya Karga Feramuz’un değil, kavramların da tarihi vardır. Yani her çağ aynı şeyi güzel veya çirkin bulmadığı gibi, aşktan da aynı şeyi anlamaz ve asla aynı tarzda âşık olmaz. Elbette bu kitap bir doktora tezi değil, sadece bir roman. Ama bu kadar çok yanılgıyla iyi edebiyat da inşa edilemiyor.

Yazar kendi yarattığı gerçeküstü olaylar silsilesini ya kendi de ara sıra unutmaktan korktuğu için yahut daha da kötüsü okurunun hafızasına hiç itimat etmediğinden olsa gerek sürekli hatırlatma ihtiyacı hissediyor. Her iki ihtimalde de yazarın kendine güven sorununa işaret eden bu tekrar eden hatırlatmalar, okurun okuma keyfini kaçırmaktan başka bir işe yaramıyor.

Roman içinde müze ile köşkün bahçesi arasında mekik dokuyan anlatıcımız Nazlı, bu iki ayrı âlemi mukayese ediyor: “Oysa müzedeki kişiler, heykeller, iskeletler, büstler ve lahitler hep sessiz ve kımıltısızdılar. Bu içinde bulunduğumuz zamanın dışında bir yerdeydiler sanki … İki ayrı dünya arasındaydım” (s. 25). Fakat bu mukayeseyi o kadar seviyor ki hiç erinmeden sürekli hatırlatıyor: “İki dünya arasındaydım sanki … zamanın kımıltısız durduğu müzeye…” (s.50); “Müzeden içeriye girdim. O loş sessizlik, o kımıltısız dünya, yüzyılların, geçmiş zamanların o tuhaf kokusunu ve rengini taşıyan bu değişik mekân” (s. 59); “Müze gene eski sessizliğine gömülmüştü. Asırların eskimiş, tozlu ve esrarengiz havası, büyük bir durağanlıkla çevrede hüküm sürüyordu” (s. 74); “Müze hiçbir zaman değişmiyordu … Başka türlü bir zamanı vardı müzenin” (s. 108). Böyle sürüp gidiyor. Romanın neredeyse üçte ikisinin müzede geçtiği düşünülürse, müzenin ne kadar sessiz, kımıltısız ve durağan olduğunu kaç defa okuyacağınızı varın siz hesaplayın.

Bir de metnin içinde hiçbir karşılığı olmayan, “Karga’nın gözlemlerine, hayatı yorumlayışına hayran kalmıştım,” gibi içi boş ifadeler var. Çünkü Feramuz’un günlüğünden aktarılan ve anlatıcının babaannesi Cevriye Hanım’a aşkını anlatan o satırlarda “gözleme” ve “hayatı yorumlamaya” benzer tek bir ifade bulunmuyor.

Kitabı bitirdikten sonra bu senenin başlarında yazarın kendisiyle yapılan bir söyleşide şöyle bir ifadesine tesadüf ettim: “Büyülü gerçekçilik daha başka bir şey.” Sanırım Nazlı Eray ile hemfikir olduğum yer burası: Evet, bence de büyülü gerçekçilik daha başka bir şey. Dolayısıyla Karga Feramuz’un Aşkı’nı büyülü gerçekçiliğin ne olmadığını görmek için okuyabilirsiniz.

Gerçeküstünün böyle zayıf bir anlatımı karşısında insan, gerçekliğin sıradanlığına sığınıyor ve teselliyi Kocabaş’ın yanına uzanmakta buluyor. 

Karga Feramuz’un Aşkı
Nazlı Eray
Editör: Semih Gümüş
Yayına Hazırlayan: Müren Beykan
Günışığı Kitaplığı, 180 sayfa

 

Show More