İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Neresi sıla bize, neresi gurbet?

Michèle Standjofski’nin hayatının kazısı: dünyanın dört bir yanına kök salmış bir aile ağacı

Yazan: Çağla Vera Kılıçarslan

Michèle Standjofski, ilk grafik romanı Bütün Denizler’de, önce kökleri Napoli’den İzmir’e, Moskova’dan İstanbul’a uzanan çokdilli, çokkültürlü, çoksesli ailesini okura tanıtıyor ve ardından 1960’da Beyrut’ta doğumuyla başlayan otobiyografik hikâyesini tarihsel bir arka plan eşliğinde resmediyor.

Çizer, henüz küçük bir çocukken, okulda sınıf arkadaşlarının yanında yaşadığı dışlanmaya ve uyum sorunlarına karşılık resme sığınmış. Bu seçiminde ressam olan dedesinin etkisi de büyük. O zamanlar annesinin içine kapanma olarak değerlendirdiği bu uğraş, bugün Michèle Standjofski’nin dünyaya gerçekte kim olduğunu duyurmasına olanak sağlayan yetenek olarak karşımıza çıkıyor.

Michèle Standjofski, çizimlerinde tercihini çocukluğa has, renkli kuru kalemlerden -ve bir kutu renkli kuru kalem kutusunda mevcut olan renk skalasından- yana kullanmış. Mavi ve sarının tonlarının hakim olduğu kitapta, çizimleri çerçeveleyen hat da illüstrasyonların renklerine göre şekilleniyor. Konuşma balonları ise çerçeveye değdikleri noktalarda sınırları kaldırıp sayfalara yayılıyor.

KARADENİZ’DEN AKDENİZ’E

Bütün Denizler’de sahne, ellerinde aile albümü, sehpada kahveleri ile geçmişi yâd eden Michèle ve annesiyle açılıyor. Michèle’in ağzından peşi sıra dökülen soruların meraklı tonuna okuyucu da kolaylıkla ortak oluyor; böylelikle aile arşivlerine dalıyoruz. Yazar kitabın ilk bölümünde, annesinin köklerinden başlayarak kendine ulaşana dek aile üyelerinin portrelerini kronolojik şekilde ve kısa fragmanlar hâlinde çiziyor: İstanbul’da padişahın (V. Mehmet) kuyumcusu olarak da çalışmış İtalyan büyük büyükbaba ile 1922’de yaşanan büyük yangınının ardından Yunan tahliye gemileriyle -kucağında kızı Emilia ile- İzmir’i terk eden büyük anneanne Pire’de rastlaşırlar. Aynı yıl evlenen çift, 1928’de Beyrut’a yerleşir.

Çarlık döneminin önde gelen Rus generallerinden Mikhail ve eşi Alexandra’nın en küçük oğulları Mikhail Horoche, Ekim Devrimi sonrası Beyrut’a sığınmak zorunda kalan Beyaz Ruslardandır. Emilia ile orada tanışır ve evlenirler. Vèra Horoche, bu birlikteliğin sonucu 1936’da Beyrut’ta doğar.

Vèra, Polonyalı bir baba ve Fransız bir annenin küçük oğulları Dimitri ile İstanbul’da tanışır. Varlık Vergisi ve ağabeylerinin Aşkale Çalışma Kampına gönderilmesi gibi olumsuzluklar yaşayan Dimitri, 1959’da Beyrut’a taşınır ve Vèra ile evlenir. Çiftin ilk çocuğu, Michèle 1960’da Beyrut’ta dünyaya gelir. Bu doğum, kitabımızın ilk bölümünün de sonudur.

Buraya kadar tanıdığımız aile üyelerinin sıra dışı kişilikleri ve yaşam öykülerindeki keskin virajlar -ki bu virajlarda Karadeniz’den Marmara’ya, Ege’den Akdeniz’e çeşitli denizlerin rolü vardır-, okurun ilgisini yüksek tutan faktörler olarak karşımıza çıkıyor. Yazarın, eserini oluştururken tarihsel bir arka plan oluşturma çabası dikkati çekiyor. Kitabın ikinci kısmında Beyrut’a ve Arap-İsrail sorununa yoğunlaşan bu çaba, yer yer bir belgesel izliyormuşuz hissine de sebep oluyor.

TÜM BU YAŞAM ÖYKÜLERİNİN, KÜLTÜRLERİN, DİLLERİN KAVŞAĞINDA MİCHÈLE VE BEYRUT

Yazar yaşamının ilk üç yılını “seslerin, kokuların ve tatların birbirine karıştığı, neşeli ama curcunalı bir ortamda” geçirdiğini anlatıyor otobiyografik kısmın başında. Ardından o hariç herkesin Arapça konuştuğu ilkokul sıraları, farklılığını keşfedişi ve peşi sıra gelen zorluklar… Buna karşılık Michèle Standjofski, çocukluğunda yaşayıp anlamlandıramadığı tüm zorlulukları aktarırken dahi, grafik romanın tüm sayfalarına yayılan pozitif bir tutum sergilemeyi başarıyor.

Papatyalı tokasından başlayarak farklılıklarını benimsiyor Michèle. On yedi yaşına geldiğinde ise bunları benzersizliğinin bir parçası sayıyor. O “herkes” ile aynı sigarayı içmiyor; rock müziği diskoya, Ronald Barthes’ın kitaplarını çok satanlara tercih ediyor. Ve Lübnan’da yükselen politik atmosfer, ailesinin peşi sıra onu kâh Fransa’ya kâh Yunanistan’a taşısa da Michèle için yollar hep bir şekilde Beyrut’a çıkıyor.

Arap ittifakı ve İsrail arasında yaşanan Altı Gün Savaşı, yaşamına dâhil olacak bombardıman seslerinin de habercisidir. Beyrut’un değişen demografik yapısı ve herkesi bir taraf tutmaya zorlayan politik ortam, yazar ve ailesinin yaşamını da etkiler. 17 yıl sürecek iç savaş, -Michèle’in ailesi gibi- çokkültürlü, çokdilli, çokinançlı bir ülke olan Lübnan’ın yıkımına neden olur. Bir zamanlar Ortadoğu’nun Paris’i olarak anılan Beyrut, ölümün kol gezdiği bir çatışma alanıdır artık. Bu anlamda Bütün Denizler, Michèle’in olduğu kadar Beyrut’un da hikâyesidir.

LÜBNANLI OLMAK

Mezhep/din çatışmalarından uzak, yabancı devletlerin etkisinden kurtarılmış, demokratik sivil bir Lübnan hayali kurar Michèle. Savaş sırasında Kızıl Haç gönüllüsü olarak çalışır. Ancak ne zaman savaşa ve Lübnan’ın geleceğine dair fikrini söylese birileri çıkıp “Sen Lübnan’lı değilsin,” diye çıkışır ona. Ta ki, kitabın sonlarında tanık olduğumuz bir sahnede, bu lafı eden arkadaşına patladığı ana dek. Şöyle der Michèle: “Yok artık! ‘Lübnanlı değilsin’ demenizi kabul etmiyorum. Ne kadar ve nasıl Lübnanlı olduğumu söylemeye hakkı olan bir tek, bir tek ben varım!” Tam da bu noktada, tüm bu hikâyeyi bir aidiyet ve yuva arayışı olarak okumak da mümkün. Nereden geldiğimiz ve nerede yaşadığımız sorularının yanıtı her zaman yuvamızı tarif etmez. Belki de aslolan nereye ait hissettiğimizdir.

 

 

Bütün Denizler
Michèle Standjofski
Türkçeleştiren: Damla Kellecioğlu
Editör: Ayşegül Utku Günaydın
Desen Yayınları, 152 sayfa

 

 

Show More