İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Tiyatro öldü! Yaşasın Tiyatro!

Kitabın yoğun metaforlarla bezeli atmosferiyle, Behiç Ak’ın karikatürlerinden tanış olduğumuz sade çizgi dili tam bir ahenk içinde. Kapakta yeşil renkle yola çıkan, sonunda turuncuya dönen papağanla tekrar karşılaşacağımız hissi var içimde.

İnsanların birbirini sinir etmek için bile çabalaması gerektiği1, rüzgârın dahi uğramadığı, kıpırtısız Durgun kasabasına yerleştiniz bir kere; sıkıntıdan patlamamak için ne yapardınız? Mekân bu kadar durağan olunca, içindekilerin, yaşamlarına hareket katmak amacıyla yaratıcılıklarını sınırlarına kadar zorlamaları gerekirdi herhâlde. Durgun kasabasının halkı da öyle yapmış. Yaşadıkları yeri topyekûn bir sahneye dönüştürmüşler. Gerçekle kurgu arasındaki duvarın silikleştiği bir sahneye.

Durgun kasabası, bant karikatürleriyle eleştiriyi sanata dönüştürmüş Behiç Ak’ın metaforlarının merkezi. Mekânsal eleştirilerden zamana, zamanın getirdiklerine -ve götürdüklerine- uzanan geniş bir yelpazede, karakterlerinin her birinin bir metafora dokunduğu, bir eleştiriyi dillendirdiği ya da buna araç olduğu, dolup taşan bir kurgu karşımızdaki.

Aynı zamanda oyun yazarı olan Ak’ın, kasabaya ev sahipliği yapan kitabı Berberdeki Papağan, felsefi ve ironik diyalogları bolca işittiğimiz bir roman. Hatta yarısından sonra, okuruna kabare izliyormuş hissini yaşatan bir kitap. İç içe ilerleyen katmanlı hikâyeler, finalde harmanlanarak yolculuğunu tamamlıyor, bir tanesiyse sonraki kitabı müjdelercesine kapıyı ardında açık bırakıyor. Kitabın adında geçen papağanı belki de daha yakından tanıyacağımız yeni öyküleri fısıldıyor.

Ferhunde Hanım, Sadi Bey ve çocukları Haluk’un ne paranın ne zamanın ne de mekânın yettiği İstanbul’dan, ölçeği kendi yaşam deneyimlerine göre küçük, ismi tam da karakterini simgeleyen Durgun kasabasına taşınmalarıyla olay örgüsü başlıyor. Kasabaya yeni taşınan aile, yaprak kıpırdamayan yaşantıdan sıkılınca hepimizin yapacağını yapıyor, ekranları ellerinden, gözlerinden düşürmüyor. Ta ki Haluk, nam-ı diğer Gülümseme, kasabanın tek berberi İsmail Bey’le tanışıncaya dek. İsmail Bey insanların hayatlarını değiştiren hikâyeler anlatmasıyla ünlü. Berberindeki papağan ise Haluk’a anlattığı hikâyelerin baş aktörü.

Kitap boyu daha çok dinlemek istediğim papağan, narsist, huysuz ve uyumsuz bir karakter. Ancak bunlar öyle olumsuz özellikler olarak ele alınmıyor. Zaten her konuşana papağan denemeyeceğini kendisinin de papağan olmadığına dayanak gösteren, kuş olarak sınıflandırılmaya tüm benliğiyle karşı çıkan, bedenini kendi ülkesinin toprakları olarak tanımlayan bir karaktere ne kadar olumsuz sıfat yüklenirse yüklensin, bunların da ayrıca ironi içereceği bir gerçek. Papağanın felsefi konuşmaları bana Meltem Gürle’nin Roko İle Konuşmalar kitabındaki kargayı hatırlattı. Elbette Ak’ın hikâyesindeki papağan, eşit derecede kurgulanmış karakterlerden yalnızca bir tanesi. Bizi salt varoluşsal değil, iklim değişikliği, teknolojiyle insan yaşamının ilişkilenme biçimi, mekânsal yapıların anlam ve işlevleri gibi soru(n)larla da baş başa bırakan Berber İsmail, Hırsız(!) Turhan Bey, Haluk’un sıra arkadaşı Meneviş, bir başka isimle Üzümseme gibi diğerleriyle birlikte çalışan eğlenceli bir yan karakter.

Bir katman, papağanın da içerisinde baş oyuncu olarak yer aldığı, Berber İsmail’in müşterilerine anlattığı hikâyelerle ilerlerken, diğer yanda kasaba halkı bu hikâyelerin hapishane binasında(!) Hırsız Turhan tarafından sahneye döküldüğü tiyatro oyunlarıyla eğleniyor, gerçekte yaşadıklarıyla tiyatroda izlediklerinin iç içeliğine kendilerini kaptırıyor. Haluk ve ebeveyni gibi biz de hangisinin gerçek, hangisinin kurgu olduğunu sürekli sorguluyoruz. Kasaba halkından ise kimsenin bununla ilgilendiği yok. Yadırgamıyorlar, bunun hakkında tek yorum yapmıyorlar. Yalnızca oyuncu ve seyirci olmak istiyorlar. Oyuncu olduklarında ne kadar izlenmek istiyorlarsa, seyirci olduklarında da o kadar görünmez olmak istiyorlar. Tiyatroya hevesle gidiyorlar, çünkü uzun zamandır insanların gözleri, gerçek mekânlara bakmıyor, daha çok ekranlara bakıyorlar, düz ekranlara, bilgisayar ya da televizyon ekranına. Kendilerini ve yaşadıklarını bir de sahnede seyretmekten keyif alıyor, lodosla anlaşarak poyrazı engellemenin ne kadar ağır bir suç olduğunu orada öğreniyorlar. Eh, tiyatro, hayatın gizlediği gerçekleri sahneye taşıyarak görmemizi sağladığına göre, gerçekle kurgu arasındaki erimeyi de öyle pek önemsemiyorlar. Coşkuyla, “Tiyatro Öldü! Yaşasın Tiyatro!” diye alkışlıyorlar.

Öte yandan Gülümseme (Haluk) ile Üzümseme (Meneviş), tiyatroyu simgeleyen meşhur gülen ve ağlayan surat maskesini bize hatırlatarak, bambaşka bir deneyim daha yaşıyorlar. Hayatlarında hiç bilmedikleri bir atölyeye katılarak, çizgi film yapmaya çalışıyor, sanatın bir de bu hâlini, tek bir saniyenin ardındaki devasa emeği keşfediyor, keşfettiriyorlar.

Kitabın yoğun metaforlarla bezeli atmosferiyle, Behiç Ak’ın karikatürlerinden tanış olduğumuz sade çizgi dili tam bir ahenk içinde. Kapakta yeşil renkle yola çıkan sonunda turuncuya dönen papağanla tekrar karşılaşacağımız hissi var içimde. Umarım bir dahaki karşılaşmamızda uyumsuz papağan huysuzluğunu bizimle daha da paylaşır, tanıdığım kadarıyla hikâyenin baş kahramanı olmak isteyeceği için, her şeye gagasını sokar, anlatır da anlatır. Biz de onu keyifle dinleriz.

Berberdeki Papağan
Behiç Ak
Editör: Müren Beykan
Günışığı Kitaplığı, 176 sayfa

Show More