İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Eskiyen ama eksilmeyen bir aşk…

Lupano, tasarladığı karakterlerle geleneksel rolleri tepetaklak ediyor. Sadece klasik aşk hikâyelerinin klişe kurgularını değil, toplumsal cinsiyet rollerini de sorgulamamızı sağlıyor.

Büyük aşkların anlatıldığı romanlar okuduk hepimiz, filmler izledik. Genç ve güzel insanların birbirlerini delice sevdiği hikâyelere daldık, aşkı hep böyle bir şey sandık…

Bu hikâyeleri anlatanlar, davulu hep dengi dengine çaldılar. Ayrıksı birkaç örneği yok sayarsak aşk, hep gençlerin ve boyu boyuna uygunların yurdu oldu. Uzunun kısayı, zayıfın şişmanı, güzelin çirkini sevdiğine pek rastlamadık. Hele yaşını başını almışların aşkına, neredeyse hiç! Belki de o hikâyelerdeki kahramanların yerine koyduğumuzdan kendimizi, hangi yaşta olursak olalım, pek yadırgamadık bunu. Sizce de tuhaf değil mi peki?

Başladık madem sorgulamaya, devam edelim: Romanlarda, filmlerde neden hep “taze” sevgiler resmedilir? Neden hep kanı kaynayan gençlerin ilk görüşte birbirlerine tutulmalarına ve aşklarının -o fırtınalı- ilk dönemlerine tanık oluruz? Genç ya da yaşlı, sakince sevemezler mi insanlar birbirlerini? Huzur ve dinginlik içinde, uzun yıllara yayılan eskimiş -ama eksilmemiş- bir aşk yaşanamaz mı?

Neyse ki sayıları az da olsa bu ayrımcı klişelerin yakınına uğramayan, aşkı fiziksel sınırlara hapsetmeyen eserler de var; senaryosunu Wilfrid Lupano’nun, çizim ve renklendirmesini Grégory  Panaccione’nin yaptığı Aşk Denizi gibi.

BU AŞK BAŞKA BİR AŞK

Aşk Denizi bir çizgi roman; ama Paco Roca’nın kaleme aldığı önsözde de belirtildiği gibi “ne diyalogların, ne açıklayıcı metinlerin, ne tek bir yansıma sözcüğün yer aldığı ‘sessiz’ bir” kitap. (Paco Roca’nın önsözünü okumanızı tavsiye ederim. Sessiz sinema ve sözsüz çizgi roman arasında kurduğu bağlardan görsel anlatı tekniklerine, çizgi romanın tarihsel gelişiminden sessiz kitap okuma deneyimine çeşitli konularda önemli belirlemelerde bulunuyor Roca.)

Yazının girizgâhından da anladığınız üzere, hikâyemizin kahramanları, öyle genç ve güzel insanlar değil. Boyları boylarına, huyları huylarına da uymuyor pek. Kitabın arka kapağında tasvir edildiği gibi “gözlüklü, çelimsiz ve yaşlı bir balıkçı” ile onun, yapılı -kimileri şişman olduğunu da iddia edebilir-, anaç -ve otoriter- karısının eğlenceli ve heyecan dolu maceralarını izliyoruz eser boyunca. Büyük boyutlu ticari balık avcılığından denizleri kirleten petrol tankerlerine, yüzen devasa plastik adalardan insanların tüketim alışkanlıklarına, pek çok konuda lafını esirgemese de izlediğimiz “her şeyden önce bir aşk hikâyesi. Hem de öyle keyif verici, dingin bir aşk ki, varlığını sürdürmek için fırtına olup esmeye, okyanusu çalkalamaya hazır.” 1

Lupano, tasarladığı karakterlerle geleneksel rolleri tepetaklak ediyor. Sadece klasik aşk hikâyelerinin klişe kurgularını değil, toplumsal cinsiyet rollerini de sorgulamamızı sağlıyor. Zayıf/korunmaya muhtaç kadın ve güçlü/koruyucu erkek modeli, onun senaryosunda kırılgan/zayıf erkek ve güçlü/otoriter kadın ile yer değiştiriyor.

İHTİYAR BALIKÇI VE MARTI

Çeşitli yan olaylar ve karakterlerle zenginleşen hikâye, asıl olarak iki ana koldan tek bir noktaya doğru akıyor. Dev bir endüstriyel balıkçı gemisinin ağlarına takılıp açık denizde sürüklenen ihtiyar balıkçı ve endişeli gözlerle onu bekleyen karısının, tekrar bir araya gelişlerine dek başlarından geçenler iki ayrı olay örgüsü içinde aktarılıyor.

Karısıyla kıyaslayıp onu zayıf ve kırılgan diye tarif ettiğime bakmayın, Paco Roca’nın önsözünde de değindiği gibi, Hemingway’in İhtiyar Balıkçı ve Deniz’inin kahramanına benzer şekilde, aslında bizim balıkçımız da önüne çıkan tüm engellere rağmen ayakta kalmayı beceren, mücadeleci biri. Üstelik onun boğuştuğu engeller sadece denizin ve iklim şartlarının sürprizlerinden oluşmuyor. Başta uluslararası petrol şirketleri ve endüstriyel balık avcıları olmak üzere insanlığın açgözlülüğü nedeniyle sebep olduğu eko-sistem felaketi belki de doğal engellerden daha zorlu. Ama o karısına geri dönebilmek için -çevreci bir martının da arkadaşlığıyla- tüm bunlarla başa çıkmasını biliyor.

Balıkçımız bunlarla boğuşurken, karısı da boş durmuyor elbette. Kocaları daha önce denizde kaybolmuş başka kadınların yas ve bekleyişle geçen günleri ona göre değil. İnançlı biri olmakla birlikte, tevekkülle arası pek yok. Bu nedenle elinde evlilik resimleri, kocasını bulmak üzere harekete geçiyor. Önce liman müdürlüğü, ardından bir falcı… Bir gemi ismi, falda çıkan Che’nin yüzü ve birkaç rastlantı daha onu Küba’ya kadar götüren bir dizi maceranın başlangıcı oluyor. Bu yolculukta onun aşçılıktan örgüye pek çok yeteneğini keşfediyor, tüketim toplumunun zararlı alışkanlıklarıyla kendi tarzında mücadele edişine tanıklık ediyoruz. Yeteneklerinin, girişkenliğinin ve biraz da şansın yardımıyla -Fidel Castro’yla edilen yerel bir dansı da unutmamak gerek- sonunda evine ve kocasına kavuşmayı başarıyor.

ÇİZGİLERİN GÜCÜ

Benim bir ton kelimeyle ancak kabaca özetleyebildiğim bu sıcacık hikâyeyi, tek kelime kullanmadan sadece çizimlerle anlatmak, elbette büyük bir maharet. Özellikle karakterlerin yüz ifadelerinin ve vücut hareketlerinin, duygu ve düşüncelerini en ufak şüpheye yer bırakmadan yansıtabilmesi Pannacione’nin ustalığının göstergesi. Detaylı çizimleriyle, sekans sekans her aksiyonu başarıyla okura aktaran Pannacione’nin görsel anlatım gücü, şüphesiz ki Aşk Denizi’nin en büyük avantajı.

Aşk Denizi

Senaryo: Wilfred Lupano

Çizen ve Renklendiren:  Grégory  Panaccione

Önsöz: Paco Roca

Türkçeleştiren: Murat Tanakol

Yayıma Hazırlayan: Ayşegül Utku Günaydın

Desen Yayınları, 232 sayfa

Show More