İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Uyarlama: Buraya ses verirken orayı sessiz komamak…

Adnan Binyazar, destanın on iki atlısından dördünü seçip geniş çayırlara salmış. “Deli Dumrul”, “Tepegöz”, “Boğaç Han” ve “Bamsı Beyrek” tercihleri oldukça isabetli. Nice halk hikâyesini, masalını, destanını dinlemiş, uyarlamış birinin uygun öykünün kokusunu alması işten değil.

Biraz savunmacı, biraz milliyetçi bir yaklaşımla hep söylenir ya “Elin oğlu yüzyıllar önceki metinlerini okuyor, anlıyor, çocuklarına aktarıyor ve belleğin, kimliğin kurumsallaşmasını sağlıyor ama biz kendi hazinelerimizi aktaramıyoruz,” diye. Tamam da niye? Madem ortada büyük hazineler var, neden çocukların, gençlerin gözleri kamaşmıyor? Sanırım cevherin olmasından çok, işlenmesi sorunu var ortada. Yunus’un, Karacaoğlan’ın Türkçesi, dili işlemesi mükemmelken, onlar üzerine çalışanlar akademik bir ilgiden ötesini gösteremiyor. İçine girilip keyfince gezilemediğinden, çok boyutlu düşünülemediğinden dolayı cevher hep yeraltında, mazinin kuytusunda kalıyor.

Dede Korkut’tan Öyküler elime geçince hem heyecanlandım hem de ürktüm. Daha önce okuduğum Bilgin Adalı’nın manzum uyarlamasını epeyce başarılı bulmakla birlikte, destandaki her öykünün çeşitli riskler barındırdığı düşünülünce, çocuklar için soy soylamak hiç de kolay olmasa gerek. Bu uyarlama işinin duayeni İngilizler bile, Shakespeare oyunlarının dil inceliklerini öteleyip kan, vahşet, entrika kısmını öne çıkartarak yolunmuş kaza çevirebiliyorken varın düşünün bizi!

Adnan Binyazar, destanın on iki atlısından dördünü seçip geniş çayırlara salmış. “Deli Dumrul”, “Tepegöz”, “Boğaç Han” ve “Bamsı Beyrek” tercihleri oldukça isabetli. Nice halk hikâyesini, masalını, destanını dinlemiş, uyarlamış birinin uygun öykünün kokusunu alması işten değil.

Kitabı okurken, yazarın tercihini anlamakla kendi beklentilerimi kitaba yüklemek arasında bocalıyor, biraz kendime biraz yazara hak vererek ilerliyorum eleştiri sularında. Türk edebiyatının en önemli yazılı eserinin derli toplu bir girizgahla okura sunulması gerekmez miydi? Kitabın değil de “Deli Dumrul”un girişi sadedinde ölüm fenomenini masaya yatırıyor yazar. Belki de öyküye yapacağı dokunuşu gerekçelendirmeye çalışıyor. Gelin görün ki öykünün olmazsa olmazını neden böylesine eğip büktüğünü karşılamıyor açıklama. Anayı-atayı dokunulmazlaştıran destanlar arasında benim en çok sevdiğim, ananın-atanın bencillikle zehirlendiği; kendisinden fedakarlık istenmeyen eşin, fare doğuran dağ kıvamındaki anayı-atayı solda sıfır bıraktığı bir karılık-kocalık güzellemesi “Deli Dumrul”

aslında. Azrail, karı ve kocaya yüz kırk yıl ömür verip, ana babanın canını bir seferde alıyor. Binyazar’ın tercihleri ise öyküyü yavanlaştırıyor, şiddeti yumuşatma ve uzlaşma arayışı böylesine hüsranla sonuçlanıyor. Üstelik Deli Dumrul, karısından can istemeyi aklından bile geçirmez, karısına yeni bir hayat kurmak için gönülden destek verirken, Binyazar’ın tercihi, bu kısmı da sakatlıyor. Destanın olağanüstü kontrastı güme gidiyor. Çocuk okur, oradan buradan yarım yamalak duyduğu Deli Dumrul’la buruk bir tanışıklıkla ayrı düşüyor. Popüler metinlerin, uyarlamaların; destanları, mitleri, dini geleneksel anlatıları soğurarak büyüdüğü, cazibesine cazibe kattığı vasatta, destanlar karşımıza böylesi mecalsiz çıkmasa keşke!

“Tepegöz” ve diğer öykülerde büyük problemler görmedim. Özellikle “Tepegöz” ve “Bamsı Beyrek” çok başarılı. “Tepegöz”ün girişinde, Polifimos gibi akraba türevlerinden söz edip, Tepegöz’ün doğasında, tiranlık, diktatörlük eleştirisine soyunuyor yazar. Tepegöz suçlu, suçlu olmasına da onunla ta en başta sağlıklı ilişki kurmayan, bilinmeze, ötekine tekmeyi, taşı reva gören ağalar beyler masum mu peki? Periler ve insanlar arasındaki evliliklerin böylesi yıkımlar getirdiği nice masalın izini de görüyoruz “Tepegöz”de.

“Boğaç Han”, Dede Korkut hikâyelerinin ismiyle müsemma örneği. Yiğitlik göstermeden ad, san, unvan alamayan çocuklar ya düşmana bodoslamasına dalıyor ya koca boğaya yumruk çalıp yere yıkıyor. Dedem Korkut’un kopuzuyla dile gelen hikmetli sözler tüm obanın aklını, gönlünü doyuruyor.  Yiğit oğluna değil de kırk namerde inanan babanın durumu Yunan tragedyalarıyla, Shakespeare oyunlarıyla akraba… Kötülük, klas edebiyat doğuruyor burası kesin.

“Bamsı Beyrek”te de kadın yiğitliğinin Türk Orta Çağ karakteristiğine uygun yansımasını görüyoruz. İbn Fadlan, Türklerin İslamiyet sonrasında bile kaç-göç bilmediğini, kadınlı erkekli her törende birlikte neşelenip kederlendiğini boşa anlatmamış.

Delioğlu ustamız, boy boylayanlara boyalarıyla eşlik ediyor. Benzer motifler, imgeler dikkatimi çekti. Kendi hünerine, birazcık daha Dede Korkut çalışması, sondajı ekleseydi; kıyafette çadırda, başlıkta, Oğuz’un, Türkmen’in folklorü dile gelseydi daha iyi olmaz mıydı diye sormadım değil.

Dede Korkut’tan Öyküler

Adnan Binyazar

Resimleyen: Mustafa Delioğlu

Can Çocuk Yayınları, 272 sayfa

Show More