İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Yazmaya değer şeyler ve diğerleri

Her öykünün anlatıcısının kendi sesini bulmuş olması, kitabı okurken aldığım hazzın nedenlerinin başında geliyor. Sertbarut, karakterlerini kanlı canlı yaratırken yazarın sesini kısan bir üsluba sahip ki bu, benim öykü ve roman türünde damağıma çokça hitap eden tatlardan.

Önemsiz şeyler günlüğe yazılmaz diye bir kural var mı? Çocukluğumda öyle hissederdim. Yazmaya değer birtakım şeyler vardı ama değmeyecekler çoğunluktaydı. Hatıra defterlerimizi sevdiğimiz sevmediğimiz tüm arkadaşlarımıza açtığımız, herkesin hakkımızda güzel duygular yazmasını istediğimiz o dönemde, günlük tutmak da yaşamımızın olmazsa olmazıymış gibi, özellikle okulda teşvik edilirdi. Günlüklerimize çoğumuz ne yazacağımızı bilemez, belki hayatımızda yazmaya değer bir şey olmadığı hissine kapılırdık ki bu da günün boşa geçtiği, anlatılmaya layık olmadığı duygusunu perçinlerdi. Ya da ben öyle düşünürdüm. Ta ki Miyase Sertbarut’un biyografisinde olduğu gibi yazmanın benim de karın ağrımı geçirdiğini fark edinceye dek.

Neyse ki Üç Kardeşin Kitabı’nda Utku, böyle bir kuralın olmadığını bize baştan hatırlatıyor. Kitap, üç farklı anlatıcı tarafından anlatılan beş öyküden oluşuyor. Öyküler, kardeşlerin günlüklerine yazdıklarının hikâyeleştirilmiş hâli. En küçük kardeş 8 yaşındaki Cansu’nun bir, 10 ve 13 yaşındaki abileri Caner ve Utku’nun ikişer öyküsü bulunuyor. Anneleri düzeltmen olarak yazılanları düzeltiyor, öykülerin sonuna, yaşananlara bir de anne tarafından bakan kısa yorumlar bırakıyor.

Çocuk edebiyatının ayrı bir tür olup olmadığı tartışmaları sürerken Sertbarut’un öyküleri tam da edebiyatın yaşsız olduğuna gösterilebilecek örnekler. Karakterler çocuk olsa da okurunun yaş sınırının olmadığı edebî bir tat sunuyor, her yaştan öykü okuruna hitap ediyor. Dilin böylesine kullanımı çocuklar için yazmakla çocuk okurun edebi damak tadı bulunmuyormuşçasına yazmak arasındaki uçurumu ortaya koyuyor, bize ilkinin keyfini yaşatıyor.

Bir söyleşisinde1 okumanın ve yazmanın tüm ağrılara iyi geldiğini söyleyen Sertbarut, ilk öyküde anne karakteri aracılığıyla da bunu dillendiriyor. Başka bir söyleşisinde2 hayallerin yazarak gerçekleştirilebileceğini fark ettiğinde özgürleştiğini anlatan yazar, karakterlerin hayallerini farklı biçimlerde de olsa muhakkak gerçekleştiriyor.

Kitapta öyküler ilerledikçe, giderek biz de ailenin içerisine dâhil oluyor, bireylerinin değişik yönlerini keşfediyor, ilişkilerini, kişiliklerini daha çok tanıyor, onlarla heyecanlanıyoruz. “Kedi Oltası” isimli ilk öyküde Cansu, isteğinin annesi tarafından görülmediğini mizahi bir üslupla anlatsa da kendisi de biz de işin aslının öyle olmadığını bilerek, annesinin duymazdan geldiği isteğine kendi özgün yöntemiyle kavuşmasının tadını çıkarıyoruz. Cansu’nun hayal gücünün ve sorun çözme biçiminin zihnimizde oluşturduğu gülümseme de cabası. Kitaplarla yıldızı pek barışık olmayan Caner’in, “Altın Avcıları Plajda” öyküsünde, amacı hiç öyle olmasa da bir okura dönüşmesini izliyoruz. Üstelik ayağımız didaktik hiçbir unsura takılmadan, doğal bir akış içerisinde… Sonraki öyküde annelerine hediye vermek isteyen üç kardeşin işlerinin yolunda gitmeyeceğini elbette tahmin ediyor, gene de olay örgüsünden keyif alıyor, anlatım dilinin, diyalogların sahiciliğinin oluşturduğu atmosferi soluyoruz. Bir diğerinde aileye ısrarlı çabaları sonucu katılan dördüncü kardeşin patili olmasından gurur duyuyor, Mişa onca insan arasından ailesi olarak bizi tercih etmiş gibi seviniyoruz. Onun çağrısına anneyle babanın kulak tıkamaması içimizi rahatlatıyor. Son öyküde tanıdığımız Değirmenci Dayı’yı biz de ziyaret edip bir çayını içmek, kedileriyle (bize pek yüz vermeseler de) oynamak, değirmenin hikâyesini bir de onun ağzından dinlemek istiyoruz.

Her öykünün anlatıcısının kendi sesini bulmuş olması, kitabı okurken aldığım hazzın nedenlerinin başında geliyor. Sertbarut, karakterlerini kanlı canlı yaratırken yazarın sesini kısan bir üsluba sahip ki bu, benim öykü ve roman türünde damağıma çokça hitap eden tatlardan. Yazarın yarattığı karakterleri hakikaten anlayıp onların hâline bürünmesi, okuru öykülerin içerisine çeken büyüleyici bir deneyim yaşatıyor insana. Sertbarut’un edebiyatta distopik ögeleri dert edinen romanlarındaki sahiciliğin de bu yaklaşımından kaynaklandığını düşünüyorum. İster bu öykü kitabında olduğu gibi günlük hayatımıza dair yazsın ister “Kapiland” serisi gibi distopik bir kurgu içerisine bizi bıraksın, kendimizi yarattığı dünyanın içinde sahiden yaşarken buluyoruz.

Öykülerde geçen her detayın karakterlerle birlikte resmedildiği rengârenk kapak tasarımı, Utku gibi bana da “Yaşasın önemsiz şeyler!” dedirtti. Kendi önümüze acımasızca koyduğumuz yazılmaya -ve çizilmeye- değer olanlar ve olmayanlar kategorisi üzerine yine yeniden düşündürdü. Kitabı bitirdiğimde terazinin ilkinin lehine daha da ağırlaştığını, bu iki yaka arasındaki keskinliğin bulanıklaştığını bir kez daha görmek o denli iyi geldi ki, son günlerde yoğun olarak hissettiğimiz ağrıları bir nebze de olsa hafifletmenin unuttuğum yolunu hatırlattı.

Üç Kardeşin Kitabı

Miyase Sertbarut

Resimleyen: Berna Dörtpınar

Editör: Burhan Düzçay

Tudem Yayınları, 80 sayfa

Show More