İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Aynalar içinde çoğalan bir kitap: Alice

Charles Lutwidge Dodgson, eğer Lewis Carroll takma adıyla Alice’i yazmasaydı, bugün matematiğe önemli bir katkısı olmayan, dersleri keyifsiz ve sıkıcı geçen bir matematik hocası olarak muhtemelen pek hatırlanmayacaktı…

Yazan: Gökhan Yavuz Demir

Bir kitap, onu her okuyuşumuzda farklı bir hâl alır. Ama bir şeyler de hep aynı kalır. Sanırım sekiz yahut dokuz yaşımdayken babam bana 1965 baskısı bir Alis Harikalar Diyarında almıştı. Rafet Zaimler Yayınevinin yayımladığı bu baskıyı Nurettin Ardıç tercüme etmişti. Severek kendimi hikâyenin sihrine bıraktığımda ömrüm boyunca bu kitabı defalarca okuyacağımı bilemezdim. Oysa üniversitede öğrenciyken aynı kitabı, bu defa Kısmet Burian’ın Türkçesinden bir kez daha okuyacaktım. Sonra doktora tezimi yazarken dil felsefesi literatüründe aynı kitabın pek çok atıf aldığını ve Aynanın İçinden adlı bir devamı olduğunu fark edince de İngilizce aslından okuyacaktım. Neredeyse son on yılda on defa Alice’in maceralarını okuyunca, nihayet bir koleksiyon yapmaya da karar verdim. Bugün kütüphanemde pek çok Türkçe baskının ve ilk okuduğum nüshanın yanı sıra İngilizce, Almanca, İtalyanca, Lehçe, Felemenkçe, Danca, Hırvatça, Macarca ve Çekçe Alice’ler var. Bazıları John Tenniel’in orijinal illüstrasyonlarıyla, bazılarıysa çağdaş ressamların desenleriyle, bir tanesiyse Dali’nin üslubuyla zenginleştirilmiş baskılar. Her okuduğumda derinliği karşısında hayran kaldığım Alice’ten daima öğrenecek yeni bir şeyler buluyorum. Tek bir şey değişmiyor fakat. O da Alice’in benim için daima ilk okuduğum Alice olarak kalması. Galiba çoğu okur gibi ben de okur hafızamın raflarına bir kitabın ilk okuduğum baskısını özgün baskı olarak yerleştiriyorum ve bu gerçek ömrümün geri kalanında karşılaştığım yeni baskılar tarafından asla değiştirilemiyor. Benim için Alice de sırıtan Cheshire Kedisi de Tırtıl da Çılgın Şapkacı da Fare de Mart Tavşanı da Düşes de İskambil Askerler de Kral da Yalancı Kaplumbağa da hâlâ ilk okuduğum baskıda karşılaştıklarımdır. O günden beri pek çok baskının ve illüstrasyonun eşliğinde tavşan deliğinden düşmeye ve aynadan içeri geçmeye devam ediyorum. Sekiz-dokuz yaşında başladığım bu yolculuk aynı heyecanla bugün de sürüyor ve Alice’in maceraları bitmek bilmiyor.

Kırk yedinci yaşımın Alice’i ise Alice Harikalar Diyarında ile Aynanın İçinden’i John Tenniel’in orijinal illüstrasyonlarıyla bir araya getiren, Martin Gardner’in harikulade açıklamalı notlarıyla zenginleştirilmiş bir baskı. Nihayetinde bu iki kitaptaki incelikli mizahın çoğu Victoria döneminin olayları ve geleneklerine hasredilmiş olduğu için, pek çok şaka muhtemelen yalnızca dönemin Oxford sakinlerince anlaşılabilir olsa gerek. Gardner, çoğu çağdaş okurun Alice’te anlayamayacağı, bugün için bize yabancı gelecek pek çok noktanın üzerindeki bu örtüyü, hikâyenin yanına şerh düştüğü açıklamalarıyla kaldırıyor. Üstelik bu özel baskıyı bütün Alice okurları için daha da özel kılan şeyse, Aynanın İçinden’in VIII. bölümündeki “Benim Kendi Buluşum” içinde yer alan ama daha sonra ressam Tenniel’in Lewis Carroll’ı ikna etmesiyle ilk baskıdan çıkarılan bir kısmın, “Peruklu Eşekarısı”nın bu baskının sonuna eklenmiş olması. Kırk yedinci yaşımda Alice ile ilgili yeni öğrendiğim ve ilk kez okuduğum taptaze bir diyalog. Düşünüyorum da Alice hakikaten sonu olmayan ve insanın kısıtlı ömründe tüketemeyeceği bir metin olabilir.

Charles Lutwidge Dodgson (1832-1898), eğer Lewis Carroll takma adıyla Alice’i yazmasaydı, bugün matematiğe önemli bir katkısı olmayan, dersleri keyifsiz ve sıkıcı geçen bir matematik hocası olarak muhtemelen pek hatırlanmayacaktı. Oxford’da matematik hocalığı yapan bu utangaç, müşkülpesent, eksantrik, kekeme, huysuz, mutlu ve evlenmeyi düşünse de evlenemeyen müzmin bekâr; fotoğrafçılığa, mantık problemlerine, kelime oyunlarına ve absürt şiirler yazmaya düşkündü. Ailenin en büyük oğlu ve kendinden küçük sekiz kardeşin ağabeyi olduğundan çocuklarla iletişim kurmakta zorluk çekmeyen Dodgson, küçük kızlarla arkadaşlık etmeye çok düşkündü. Zaten Alice de Oxford’daki Christ Church’ün dekanı Henry George Liddell’ın üç kızından biriydi. Bu üç kız; Alice, Lorina ve Edith sık sık Dodgson’ı ziyaret ediyorlardı. Alice Harikalar Diyarında da Dodgson’ın bu küçük dostlarına anlattığı masalların ürünüydü. Dodgson sonunu nasıl getireceğini hiç düşünmeksizin anlattığı bir masalı, Alice’in isteği üzerine oturup kağıda döktü. Dodgson önceden anlattığı birkaç macerayı da dâhil ederek kendi kaba taslak desenleriyle süsleyip kitabı Alice’e verdi. Bu elyazmasını tesadüfen görüp okuyan romancı Henry Kingsley ve dönemin çok okunan çocuk hikâyeleri yazarı dostu George Macdonald’ın yüreklendirmesiyle bu masalları yayınlamaya karar verdi. Böylece 1865’te Alice Harikalar Diyarında her geçen yıl şöhretine şöhret, okuruna okur katacağı yolculuğuna başladı. Çok geçmeden Liddell kardeşlere anlattığı öteki hikâyeleri de kitaplaştırmayı kafasına koyan Dodgson, Aralık 1871’de Aynanın İçinden’i yayınladı.

Alice’in kazandığı başarıyı açıklama çalışmaları genellikle yetersiz kalmıştır. Kitap bir alegori midir? Yoksa başkalarının iddia ettiği gibi kitabın dini, politik, psikolojik derin anlamları mı vardır? Yalnızca üniversitedeki bazı tanıdık simalarla ilgili bir taşlama veya yergi olduğu söylenebilir mi? Yahut Dodgson’ın küçük kızlara olan ilgisinin bir ürünü müdür?

Her ne kadar günümüzde okurlar, ellerine aldıkları metni analiz etmekten gönüllüce vazgeçip yazarına psikanaliz yapmaya meraklı olsalar ve okudukları her sayfada yazarın annesiyle veya kadınlarla olan sorunlarına delalet edecek psikanalitik yorumlar bulmakta ustalaşsalar da ben amatör bir psikiyatrist olmaya soyunmayı çok anlamlı bulmuyorum. Çünkü Odysseus, İncil, Kral Lear ve bütün büyük kurgu eserleri gibi Alice de politik, dini, felsefi veya Freudcu her türlü sembolik yoruma açıktır. Hatta herhangi bir edebi eser, o kadar iştah açıcı sembolle dolu olabilir ki yazar ile ilgili en saçma varsayımla bile yorumlama faaliyetine başlasanız, neticede en ihtimal dışı yorumunuz için bile gayet inandırıcı bir ispat bulabilirsiniz.

Bu nedenle edebiyat magazininin en sevdiği konulardan biri, Dodgson’ın Alice Liddell’e âşık olup olmadığını tartışmak olmuştur. Küçük kızlara olan ilgisini gizlemeyen, hatta onların fotoğraflarını da çeken Dodgson’ın şahsiyetinde, ortalama okur, Nabakov’un romanı Lolita’nın anlatıcısı Humbert Humbert’ı görmeye çok isteklidir. Oysa asıl mesele, onun da her sanatçı gibi gündelik hayattaki zayıflıklarından ve yoksunluklarından özgün bir sanat eseri ortaya çıkarmaktaki başarısıdır.

İnsan olarak Dodgson’ın zaafları üzerine, bir sanatçı olarak Carroll edebi zaferini inşa etmiştir. Alice, Carroll’ın kendisini de ölümsüz kılacak kadar büyük bir yaratımdır. Alice Liddell büyüyüp evlenmiş, Carroll yaşlanmış ve zaman içinde sekiz yaşındaki okurlar kırklı yaşlarına gelmiş olabilir. Fakat Harikalar Diyarında’n veya Aynanın İçinden bize el sallayan o küçük Alice daima yedi yaşındadır. Carroll en iyi dostunu zamanın her rengi solduran gücünden koruyacak bir masal kurgulamıştır. Alice, edebiyatın ölümsüz kahramanları içindeki en unutulmaz yedi yaşındaki kız çocuğu olarak yaşamaya devam eder. Eğer edebiyatın magazin boyutuna bağımlı okurlar haklıysa, yani Dodgson küçük Liddell’e âşıksa bile, Carroll bu imkânsız aşkından rüya gibi bir şaheser çıkarmayı bilmiş bir edebiyat üstadıdır.

Gardner, Alice’in rüyalarının günümüz çocukları için kâbusa benzer bir atmosferi olduğundan dem vurarak, yalnızca yetişkinler, bilhassa da matematikçiler, dil felsefecileri ve edebiyat teorisyenleri Alice kitaplarından zevk almaya devam ettikleri için bu maceraların ölümsüzleştiğini söylüyor. Chesterton ise Lewis Caroll’ın yüzüncü doğum yılında kaleme aldığı bir yazıda, Alice’in hikâyesinin daha o günlerde zalim akademisyenlerin eline düşmesi ve klasikler mezarlığındaki soğuk ve anıtsal bir mezara dönüşmesi ihtimaline dair korkusunu dile getiriyor. Kafka’nın Dava’sı ile Kupa Valesinin davası, Kafka’nın Şato’su ile canlı taşların oyunun planından habersiz oldukları satranç oyunu arasında parallelikler kurmayı sevsem de hatta Humpty Dumpty (Türkçesi Kumkuma) bana çoklukla edebiyat eleştirmeni Roland Barthes’ı hatırtlatsa bile, Alice’i ciddiye almadan okuyup sadece keyfini çıkarmak konusunda Chesterton’la hemfikirim.

Lewis Carroll, kuşkusuz Batı geleneğindeki edebi fantezinin büyük ustalarından biridir. Mart Tavşanı, Çılgın Şapkacı ve Humpty Dumty gibi karakterlerin muadilleri ancak Shakespeare oyunlarında bulunabilir. Fakat nihayetinde Alice Harikalar Diyarında ve Aynanın İçinden, Rahip Dodgson’ın sıkıcı akademik hayatındaki küçük molalarında Alice ile geçirdiği seçkin keyif anlarından damıtarak her yaştaki okura sunduğu iki leziz şakadır.

Alice
Lewis Carroll
Resimleyen: John Tenniel
Sunuş ve Açıklamalı Notlar: Martin Gardner
Türkçeleştiren: Osman Çakmakçı
Everest Yayınları, 312 sayfa

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Show More

1 Comment

  • Harikalar Diyarında - İncelikler

    […] Her okuduğumda derinliği karşısında hayran kaldığım Alice’ten daima öğrenecek yeni bir şeyler buluyorum. Tek bir şey değişmiyor fakat. O da Alice’in benim için daima ilk okuduğum Alice olarak kalması. Galiba çoğu okur gibi ben de okur hafızamın raflarına bir kitabın ilk okuduğum baskısını özgün baskı olarak yerleştiriyorum ve bu gerçek ömrümün geri kalanında karşılaştığım yeni baskılar tarafından asla değiştirilemiyor. […]

Comments are closed