İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Daha Barışçıl Bir Dünya İçin

Yazarımız Doğan Gündüz’ün, Peter H. Reynolds ile gerçekleştirdiği söyleşinin ilk bölümünü dikkatinize sunuyoruz. Söyleşinin ikinci bölümü Haziran sayımızda yer alacak.

Söyleşi: Doğan Gündüz

Bundan sekiz-on yıl kadar önce, Boston’daki dostum Şule Öztürkmen, “Burada çocuk kitapları satan çok şirin bir kitapçı var (The Blue Bunny- Mavi Tavşan), sahibi de çocuk kitapları yazıyor, ahbap olduk,” dediğinde ismini sormuştum. “Peter Reynolds,” demişti.
Peter ile ilk temasım Şule aracılığıyla oldu. Şule, Boston’dan İstanbul’a gelirken bana Peter’in imzalı kitaplarını getirmeye başladı, ben de Peter’a Türkçeye çevrilmiş kitaplarından gönderiyordum. Yan yana gelme fırsatımız olmasa da kitap ve selam alışverişimiz bugünlere ulaştı. Niyetim Peter ile o şirin kitapçı dükkânında buluşup bir söyleşi yapmaktı. Ama pandemi nedeniyle bu ihtimal iyice azalmaya başlayınca, çok da gecikmeden bu söyleşiyi yazışarak gerçekleştirdik.
Söyleşide, Peter’ın kendi yazıp resimlediği bütün kitaplarına, Türkçede henüz yayınlanmamış bile olsa yer vermeye çalıştım. Dünyanın En Küçük Hediyesi kitabını atladığımı fark ettiğim günlerde Peter’dan bir hediye aldım: Dünyanın En Küçük Hediyesi kitabı. Hikâyede olduğu gibi küçük ama bir arada olmanın güzelliğini vurgulayan anlamlı bir hediye oldu bu benim için.
Konuşulacak, sorulacak, söylenecek o kadar çok şey vardı ki değinmesek olmazdı, hâliyle söyleşimiz de biraz uzadı. Sonunda, bir gün aynı masada karşılıklı Türk kahvesi içmeyi hayal ederek söyleşimizi noktaladık. Buyurun, siz de şimdiden hayalimize katılın, bir sandalye çekip “Bizim Masamız”a oturun. Sahi, kahvenizi nasıl içersiniz?

Doğan Gündüz: Kitaba dönüşmeden önce bir hikâye, ilk olarak zihninizde nasıl canlanıyor? Resimlerle mi sözcüklerle mi? Diğer bir deyişle önce metni yazıp ardından resimleri mi çiziyorsunuz yoksa resimleri çizip bunlara metin mi ekliyorsunuz? Yoksa ikisini de aynı anda mı yapıyorsunuz?
Peter H. Reynolds: Benim için bu, öncelikle zihnimde canlanan küçük bir filmdir. Bir kalem kapıyorum ve unutmadan filmin “eskiz notu”nu alıyorum. Hikâyeyi anlatmaya yardımcı olacak küçük başlıklarla esere odaklanıyorum. Gerektiğince az sayıda sözcük kullanmaya çalışıyorum. Bu, bir resimkitabın (Picture book) gücüdür.

DG: Son derece az sözcükle ve sade resimlerle çok geniş anlamlar içeren hikâyeler yazıyorsunuz. Resimleriniz sadeleştikçe ve sözcükleriniz azaldıkça hikâyelerinizin evreni genişliyor. Hikâyelerinizi yazarken veya resimlerken metninizi ve resimlerinizi gözden geçiren ve önerilerde bulunan var mı? Editörünüzden önce demek istiyorum…

PHR: Eee, gözden geçirmenin en etkili biçimini uyguluyorum: Hikâyemi bir çocuğa yüksek sesle okuyorum. Beni en son dinleyen ve görüşlerini bildiren çocuk, oğlum Henry oldu. Hatta, geçenlerde birlikte, benim başladığım Henry’nin ekleme yaptığı sonra yine benim devam ettiğim bir hikâye yazdık.

DG: Birçoğumuz büyük şehirlerde “modern bir yaşam” sürüyoruz. Bu tabi insanın kendisine yabancılaşmasını, doğadan uzaklaşmasını da beraberinde getiriyor. Sizin kitaplarınızdaki çocuk karakterler yalınayak. Bu yalınayaklık, bir anlamda, “evet, şehirde yaşıyorum ama doğanın bir parçası olarak ben insanım” seslenişi gibi. Bir de henüz kalıplara sokulmamış saflığın işareti. Bu doğallık kişinin zayıf yönü gibi görünse de yolunu bulmasında, kendisi olmasında en güçlü yanı. Yalınayak olmayı modern yaşama karşı bir itiraz olarak okuyorum. Siz ne dersiniz?

PHR: Güzel yorum! Evet, kitaplarımın çoğunda karakterlerim yalınayaktır. Eminim bunun çocukluğumdaki çok güzel bir anıyla ilgisi vardır. Ben altı yaşımdayken, şehirden Chelmsford’un (Massachusetts) çimenli banliyölerine taşındık. Oraya vardığımızda yaptığımız ilk şeyin çimenlerin üstünde yalınayak koşmak olduğunu hatırlıyorum. Şiddetli bir yağmurun ardından çimenler ıpıslaktı ve çok ferahlatıcıydı. Özgürlük buydu. Okuyucularımın özgür hissetmesini istiyorum.

DG: Kitaplarınızdaki karakterlerin adları Vashti, Ramon, Marisol, Raj, Rose, Leo, Roland, Rafael, Maya, Jerome ve Violet. Karakterlerinizin isimlerinizi nasıl koyuyorsunuz? İsim verme sürecinizden bize bahseder misiniz?

PHR: Benim hikâyelerim yaratıcılık ve özgünlük üzerine, bu yüzden kulağıma eşsiz gelecek isimler arıyorum. Bir kafede Vashti adında bir kızla tanıştım ve bu kız yazmakta olduğum ve daha sonra Nokta ismini alacak kitabımdaki karakteri hatırlattı. Her karakterin isminin özgün bir hikâyesi var. Bir gün bunun hakkında bir kitap yazmam gerekebilir.

DG: Nokta sizin en çok bilinen, sayısız dile çevrilen kitaplarınızdan biri. Bu kitabı yazma fikrinin nasıl oluştuğu bence en az kitaptaki kadar güzel bir hikâye ve ilham verici. Vashti karakteri ortaya çıkmadan önce, 2002 yılında, kitapçı dükkanınızda verdiğiniz derste, “Hiç çizemiyorum” diyen kızdan ve uyuyakaldığınız bir gece çizim günlüğünüzde bulduğunuz noktadan söz eder misiniz?

PHR: Küçük bir kız, belki altı yaşlarında, benden sanat dersi alıyordu. Onun çalışmasına baktığımı fark edince dehşete düştü ve hemen kağıdının üzerine kapandı. “Hiç çizemiyorum,” diye haykırdı. O an, bu çekingen sanatçı ve dünyada olduğunu bildiğim çok daha fazlası için bir hikâye yazmam gerektiğini biliyordum. Birkaç gece sonra, kalemim günlüğümün üzerinde uyuya kaldım. Uyandığımda, kalemin ucunun değdiği yerden mürekkebin yayılarak sayfada büyük bir noktaya dönüştüğünü gördüm. Çok sevindim. Markörü aldım ve çizimin yukarısına “Nokta” yazdım.

DG: Kitaplardaki hikâyeler son sayfada bitiyor. Fakat ardından yazılmamış veya çizilmemiş yeni hikâyeler başlıyor: Kitabın hikâyeleri ve kitaptaki hikâyeleri kendi hikâyelerine dönüştüren okurların hikâyeleri… Siz de The North Star (Kuzey Yıldızı) kitabınızın hikâyesini “Başlangıç” sözcüğüyle sonlandırıyorsunuz. Bir hikâyenin bitişi bir başka hikâyenin başlangıcı oluyor. Çok sevdiğim bu tür hikâyelerden bir tanesi de “Nokta Günü”nün ortaya çıkışı. Bana “Nokta Günü” nün nasıl başladığını anlatır mısınız?

PHR: Iowa’daki bir öğretmen, Terry Shay, on yılı aşkın bir süre önce, bana ulaştı ve öğrencilerinin “kitap künyelerinde yer alan yayım tarihlerinin yoksa kitapların doğum günü mü olduğunu” merak ettiklerini söyledi. 15 Eylül’ün Nokta ve onunla ilgili temaların kutlama günü olmasına karar verdiklerini iletti. (Nokta, 15 Eylül 2003 tarihinde yayımlanmıştır. DG’nin notu) Bu adım büyüyerek, şimdi dünya çapında, 191 ülkede bir yaratıcılık kutlaması hâline geldi! Daha fazla bilgi edinmek için: www.thedotclub.org

DG: Yaratıcılık üçlemesinde Nokta ve Mış Gibi kitaplarıyla birlikte yer alan diğer kitap ise Gökyüzünün Rengi. Bu kitabının karakteri Marisol herkesin bir sanatçı olduğuna inanıyor. O sadece gökyüzü rengini yaratmıyor ama aynı zamanda “gökyüzü rengi” diye bir kelime de yaratıyor. Yaratıcılık karakterlerinizin en önemli motivasyonlarından biri. Niye bu kadar önemli?

PHR: Orijinal düşünebilmenin zıttı bir başkasının senaryosunu okumaktır. Bu senaryo iyi olabilir, ancak KENDİ zihninizin neler yaratabileceğini gözden kaçırabilirsiniz. Benim karakterlerim cesaretle atılıyor. Onların cesarete ve anlayışa örnek olmalarını istiyorum.

DG: Çocuk kitaplarının yanı sıra birçok yaratıcı işler yapıyorsunuz. Mutlu Hayalperest kitabınızda bir cümleye rastladım: “O kadar çok hayalim var ki karmakarışık olabilir. Yaratıcı Kaos.” Yaratıcı Kaos, bir sanatçı veya yazar için gerçekten de zor bir kaostur. Sanatçıyı iyi sanat eserleri üretmeye itebilir veya tam tersine sanatçının yaratım sürecindeki engeli de olabilir. Yaratıcı kaosunuzun karmaşaya dönüşmemesini nasıl sağlıyorsunuz?

PHR: Benim stüdyom DARMAdağınık oluyor, ama dağınıklık benim için enerji demek. Projelerimin etrafımda dağılmış olduğunu görmekten hoşlanıyorum. Bir projeye odaklandığım ve sonra dinlenip başka bir projeye ve belki üçüncü veya dördüncüye geçiş yaptığım bir “zigzak” yöntemi kullanıyorum ve sonra ilk projeye geri dönüyorum. Sonunda, büyük bir stüdyo temizliği yapıyorum ki bu her zaman iyi hissettiriyor – karlı bir kıştan sonra gelen ılık bir bahar günü gibi.

DG: Karakterleriniz genel olarak hayalci, maceracı, yaratıcı, kalbinin sesine kulak veren karakterler. Okurlarınıza gizli potansiyellerini keşfetmelerini öğütlüyorsunuz. Onları kendi içlerine bir yolculuk yapmaya çağırıyorsunuz. Kendileri olabilmeleri için ellerinden tutuyorsunuz. Onlara yollarını gösterecek kendi özlerindeki parlayan yıldızlarını bulmalarına yardım ediyorsunuz. Kitaplarınızın genelde kendini keşfetmeyle ilgili olduğunu söylemek mümkün. Ancak Rose’s Garden (Rose’un Bahçesi) diğer kitaplarınızdan ayrılıyor. Rose’un önceliği toplum. Kalabalık gri bir şehrin köşesinde rengârenk bir bahçe yapıyor. Sonra, onun bahçesi “herkesin bahçesi” oluyor.
Birey olmak ile egoist olmak arasındaki mesafenin çok uzak olmadığını düşünüyorum. Evet, kendini, yeteneklerini bilmek, yaratıcı olmak çok önemli, fakat, eğer bunları toplum için kullanmıyorsanız bir yaratıcı egoist olma riski söz konusu. Bu konuda ne söyleyebilirsiniz?

PHR: Rose’s Garden’daki Rose topluma çok bağlıdır. Çevresindekilere ilham verir. Diğer çalışmalarım gerçekten de benlik yolculuğuna ve kendini ifade etmeye, güven, cesaret, yaratıcılık üzerine odaklanıyor ama aynı zamanda empati ve nezakete. Okuyucularımı dünyayı daha iyi bir yer hâline getirmek için yeteneklerini, zamanlarını ve enerjilerini kullanmaya teşvik ediyorum. Bu arada, yaratıcı bir düşünür olarak ben, birinin “yaratıcı egoist” olmayı seçmesinde sorun görmüyorum. Çok nadir olduklarını düşünüyorum, ancak bir insan yaratmayı bir tek kendi sanatsal arayışlarına hizmet için seçerse bunu da kabul ederim. Bununla birlikte, dünya zorluklarla dolu ve toplayabileceğimiz tüm yaratıcı enerjiye ihtiyacımız var. Değişim yaratanların, dengeli ve sağlıklı hissetmek için kendilerine dikkat etmeleri gerektiğini hatırlamaları gerekir. Ego, bir kişinin benlik saygısı veya kendine önem verme duygusudur. Bu ilginç bir yelpaze. Benlik saygısı, kişiye ne düşündüğünü ne hissettiğini ve hayal ettiklerini dünyayla paylaşma güveni verir. Kendine önem verme, kişinin kendi “düdüğünü öttürmeyi” takıntı hâline getirmesidir. Eğer uygun ve canlı işler yaratırsanız, işiniz düdüğünüzü sizin için öttürecektir. Ayrıca izleyicileriniz de “düt”leriyle destekleyecek ve sözün yayılmasına yardımcı olacaktır.

DG: Going Places (Sınırları Aşmak), ikiz kardeşiniz Paul A. Reynolds ile birlikte yazdığınız bir kitap. İşbirliği ve yaratıcılık, kitabın karakterleri Rafael ve Maya’yı sınırların, özellikle de insanların zihinlerindekinin ötesine götürüyor. Kardeşinizle birlikte dört kitap yazdınız. Görünüşe göre resimkitaplara ikizinizden çok daha fazla yoğunlaşmışsınız. Kendi kitabınızı hazırlarken ikizinizden herhangi bir destek alıyor musunuz? Yoksa Benden Bir Tane Daha Olsa benim için fazla mı diyorsunuz?

PHR: Paul benim can danışmanım. Beni alkışlıyor ve bana fikirler veriyor. Beni her zaman teşvik ediyor, ancak yaklaşık 15 yıl boyunca resimkitap yarattıktan sonra, Paul’e şimdi onun yaratma zamanı olduğunu söyledim. Harika bir hikâye anlatıcısı, öğretmen, baba ve vizyon sahibi. Going Places’den sonra Sidney ve Simon Meraklı İkizler dizisini yazdı. Bu diziyi ikiz olmamızın deneyimlerinden ve yaratıcı işbirliğimizden süzüp yarattı.

Devamı gelecek sayıda.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Söyleşinin bu bölümünde değinilen kitaplar:

Dünyanın En Küçük Hediyesi • Peter H. Reynolds, Türkçeleştiren: Oya Alpar, Altın Kitaplar, 40 sayfa
Nokta • Peter H. Reynolds, Türkçeleştiren: Oya Alpar, Altın Kitaplar, 32 sayfa
The North Star (Kuzey Yıldızı) • Peter H. Reynolds, Candlewick, 64 sayfa
Mış Gibi • Peter H. Reynolds, Türkçeleştiren: Oya Alpar, Altın Kitaplar, 32 sayfa
Gökyüzünün Rengi • Peter H. Reynolds, Türkçeleştiren: Oya Alpar, Altın Kitaplar, 32 Sayfa
Mutlu Hayalperest • Peter H. Reynolds, Türkçeleştiren: Oya Alpar, Altın Kitaplar, 40 sayfa
Rose’s Garden (Rose’un Bahçesi) • Peter H. Reynolds, Candlewick, 40 sayfa
Going Places (Sınırları Aşmak) • Yazar: Paul A. Reynolds, Çizer: Peter H. Reynolds Atheneum Books for Young Readers, 40 sayfa
Sidney ve Simon Meraklı İkizler Dizisi • 1. Kitap: Çiçek Kurtarma Operasyonu, 2. Kitap: Çöp Dedektifleri Yazar: Paul A. Reynolds, Çizer: Peter H. Reynolds, Türkçeleştiren: Gülüzar Yıldırım, Uyurgezer Kitap, 48’er sayfa
Benden Bir Tane Daha Olsa • Peter H. Reynolds, Türkçeleştiren: Oya Alpar, Altın Kitaplar, 32 sayfa

 

 

 

 

Show More