İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Aynanın İçinden – Mustafa Delioğlu

“İçimdeki çocuğun sürekli başını okşuyorum”

Âdeta hayatı roman olanlardansınız. Erzincan’ın çok uzak, çok ücra bir dağ köyünde dünyaya geliyor ve okula üç yıl geç yazdırılıyorsunuz ama babanız çoktan okumayı öğretmiş size. Sonra ders kitaplarındaki şahane illüstrasyonlar cezbediyor küçük Mustafa’yı ve o çizimleri taklit ederek çizim yolculuğu başlıyor. Potansiyelinizi keşfettiğiniz o ilk zamanlardan, kendinizi gerçekleştirme ve geliştirme sürecinden bahseder misiniz?

Anımsadığım kadarıyla karşı konulmaz bir istekti hep, çizme arzusu. En çok da “Atatürk Kocatepe’de” resmini çizerdim. Daha sonraları İstanbul’a göç ettiğimizde, hayatımı kazanmak için çıraklık falan yaptım. Ama o çizme arzusu devam ediyordu. Gene kitaplardakileri örnek alarak resmi çözmeye çalıştım. Öğrene öğrene belli bir yaşa gelince “resimden hayatımı nasıl kazanırım?” fikri oluştu. Tabela yazdım. Gravürleri yağlı boyayla renklendirip camcı vitrinlerinde satmaya çalıştım. 1968’de pek başarılı olmasam da küçük bir sergi açtım. Ressam arkadaşlar edindim. Bir reklam şirketinde çizgi film fonu (arka plan) ve reklam illüstrasyonu çizmeye başladım. 1974 yılında, Cağaloğlu’nda atölye açana kadar böyle devam etti.

Okul kütüphanesinde ne bulursanız okuyorsunuz ve Pinokyo en sevdiğiniz kitaplardan biri. Okul kütüphanelerinin ve Pinokyo’nun sizin kitap sevginizdeki ve çizim yolculuğunuzdaki yeri hakkında neler söylersiniz?

Pinokyo’da hiç görsel yoktu. Ama benim hayal gücümün varsıllığını çoğalttı sanırım. Pinokyo oldukça yoğun bir mutluluk yaşattı bana.

Türkiye’de çocuk kitapları 70’li yıllarda çıkmaya başlıyor ama henüz çok fazla resimli değil kitaplar. O günlerden bu yana resimli çocuk kitaplarının gelişimini, değişimini değerlendirip, geleceği ile ilgili öngörülerinizi paylaşır mısınız?

O günden bu güne baktığımda oldukça gelişti çocuk kitapları. Ama Batı yayıncılığıyla karşılaştırdığımızda, daha çok yolumuz var diyorum.

Resim aracılığıyla ilk kazancınızı, Ostrovski’nin Fırtına Çocukları adlı kitabının kapağını yaparak elde ediyorsunuz. Geçinmek için, sevmeseniz de grafik işleri yapıyorsunuz bir yandan. Tıpkı yazanın, çeviri yapanın emeğinin karşılığını bulmadığı gibi çizerler de bulamıyor, geçmişte olduğu gibi bugün de emek sömürüsü ile karşı karşıya kalıyor. Çizerlikte telif konusunda yaşanan sıkıntıların sona ermesi, genç çizerlerin emeğinin karşılığını alabilmesi için ne yapılmalı?   

İlk kazancım, profesyonel anlamda resimden olmasa da çok önceye dayanır. İllüstrasyondan kazancım o yıllarda oldu. Fırtına Çocukları beni kitap piyasasına tanıttığı için önemliydi.  Emeğinin karşılığını alabilmek, karşılıklı bir duruma dayandığı için, genç çizerlere pinti yayıncılar karşısında dik durmalarını tavsiye ederim. “Hak verilmez, alınır,” sözünü dikkate almalarını öneririm. Bir de işinde iyi olmak insana her zaman güç kazandırır.

Nietzsche’nin Zerdüşt’ü, “Masumiyettir çocuk ve unutuş, yeni bir başlangıç, bir oyun, kendi kendine dönen bir çarktır, bir ilk hareket, kutlu bir Evet deyiştir,” der. Çocuk ruhuyla çizen, içindeki çocuğun oyun oynamasına izin veren bir illüstratör olduğunuzu düşünüyorum. Neler fısıldıyor size o oyuncu çocuk?

Sadece sanatçı olarak değil, insanın o çocuk ruhunu kaybetmemesi gerekli. Sanatçınınsa işinde samimiyeti barındıran duyguyu pekiştirmesi bakımından olmazsa olmazıdır. İçimdeki çocuğun sürekli başını okşuyorum, o da bana mırıldanıp beni güçlü kılıyor.

Her çizerin bir çiziş şekli, tarzı var. “Bir tarzımın olmasına çok dikkat ettim,” diyorsunuz. Neden önemli bir çizerin tarzının olması? Kendi sesini nasıl bulur bir çizer, özgünlüğünü nasıl ortaya koyar? Sizin tarzınızda, araştırma çizgileri çok dikkat çekiyor. Ne ifade ediyor araştırma çizgileri sizin için ve illüstrasyon/resim için?

Tarz, yapanın samimi olmasıyla ilgilidir. Zorla olmaz, kendiliğinden gelen değerlidir. Araştırma çizgilerine gelince; iyi bir çizerin serüveni, görselin lezzetidir. “Çocuklar anlamaz,” diyen büyüklere aldırmayın. Tabii küçük bir çocuğa tavşanı tanıtırken araştırma çizgisi gerekmez.

Bugün çocuk kitaplarının çoğu “boyalı” kitaplar, “renkli” değil. Allı pullu, ışıltılı kitaplar ama aslında renkli değil boyalı kitaplar. Tek ya da iki renkli, tek tonlu olabilir ama yine de renkli olabilir bir çizim sanırım. Boyalı ve renkli kitap arasındaki fark nedir?   

Yani illa çok renkli gerekmez, nitelikli bir çizim gerekir. Çok renkli kitaplar nicelikle ilgili, rengin (boyanın) cazibesiyle kitabı satma düşüncesiyle ilgilidir. Oysa çocuğun sanatla karşılaştığı ilk şeydir kitaptaki resimler. Sanat beğeniyi geliştirir. Çocuğun gelişmiş beğenisi,  sonraki hayatında gerekli olacak çünkü.

Anne-baba olmak da yetişkinlerin çocuk kitaplarıyla kucaklaşmasına vesile oluyor. İki çocuk babası bir çizer olarak ne dersiniz? Çizgilerinize ne kattı baba olmak?

Bir oğlum, bir kızım var. Çocukları birebir tanımak, sanatçı (baba) için avantajlı bir durum. Sanırım daha doğru hissediyor insan.

Çizimlerinizde kendinizi de çiziyorsunuz: Aytül Akal’ın Sanatçının Sihirli Odası adlı kitabında çıkıyorsunuz karşımıza: Muti sizsiniz. Hatta Akal ve daha başka kimseler de var. Karakterlerinizin hemen hepsi gerçek yaşamdan.

O kitapta model kendimiz olduk, dolayısıyla daha sıcak bir kitap oldu. Evet, benim tipler yaşayan tiplerdir, kanlı canlı.

İllüstrasyonlarınızda bolca kullandığınız kedi, kadın, kırmızı, kitap, yüzler/insan yüzleri ne ifade ediyor sizin için? 

Resimlerimde kadın, kedi, kitap olması yaşadığımız hayatı çizmekten kaynaklı. Kediler, kuşlar, böcekler, kitaplar hep bizimle beraberler. Kadınlar, kediler, kuşlar zarif varlıklardır. Dolayısıyla beni cezbediyor olabilir diye düşünebiliriz. Bir de figüratif resmin daha soylu olduğunu düşünürüm.

Doğu-Batı kültürünün etkileri, birbiriyle yan yana, el ele, kol kola yer alıyor çalışmalarınızda. Yerel ve global olandan beslenmek, onları harmanlamak, buluşturmak ve sanatın evrensel dili üzerine konuşabilir miyiz? 

Bu gezegende insani sanat açısından bir ayrım yapmak çok doğru değil. Çünkü sanatın dili aynıdır, yöresellik teferruattır. Yani köylü resmi yapmak yöresellik olmuyor. Samimiyetle köylü resmi yapmak evrenselliktir. Bu durumu kavramak için gerekli bilgiyi edinmelidir sanatçı.

Marquez’in masalcı büyükannesi, onun yazınsal yolculuğunda çokça etkiliydi. Annenizden, teyzelerinizden masallar dinleyerek büyüdüğünüzü ve masalları çok sevdiğinizi biliyorum. Masal dinleyerek büyümek çizerliğinize nasıl bir katkı sağladı? 

Beni o ücra dağ köyünden bugünkü durumuma, sanatın içine fırlattığını düşünürüm. Bu hayal gücünüzü çoğaltmakla ilgili.

Ayrıntılar/detaylar, mizah, şaka resimli çocuk kitaplarında/illüstrasyonlarda/çizgide ve çocuk dünyasında nasıl bir yere ve öneme sahip?

Hayatı sevinçli, mutlu, teselli edici, gülümsetici ele almakla ilgili. Sanatta dramatizenin çok önemi vardır. Acıyı sanatla vermenin birebir acıyla ilgisi yoktur. Çünkü o sanattır; uydurma olduğu için sanattır.

Nasıl bir düzene ihtiyaç duyuyorsunuz çizerken, size ne iyi geliyor: Sakin ve düzenli bir oda mı, karmakarışık bir masa mı, fonda bir müzik mi? Ki müzik dinleyerek çalıştığınızı biliyorum. Çalışma masanızı resmeder misiniz?

Düzenli olmak beni rahatlatır ama masam hep dağınıktır. Klasik Batı müziği dinliyorum. Özellikle Bach. Klasik şarkılarımıza ve türkülerimize bayılıyorum. Çalışırken değil de (içinde hüzün barındırdığı için) hiçbir şey yapmadan dinlemeyi tercih ediyorum.

Şimdilerde neler yapıyorsunuz? Üzerinde çalıştığınız yeni projeler var mı?

İllüstrasyon olarak dizi şeklinde halk masallarımızı çiziyorum. Yoğun olarak resim sergisi açtığımdan resme hız verdim. Yakın zamanda bir çizgi romanım çıktı. Yenisini düşünüyorum.

Show More