İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Eski zaman filmlerinden kalma bir mahalle hikâyesi

Kitapta sekiz hikâye var. Bu sekiz hikâyenin de anlatıcıları farklı. Aynı mahallede, aşağı yukarı aynı olayları, bir o mahalleliden bir bu mahalleliden dinlemek gerçekten keyifli.

Yazan: Gökhan Yavuz Demir

Nihayet yağmur yağıyor. Yeni bahçe arkadaşı Zeynep’ten hiç haz etmeyen Kocabaş ile baş başa, çiseleyen yağmurun altında mahallenin sokaklarında ve boş arsalarda geziyoruz. Aslında mahallede kimseyi tanımıyoruz. Kocabaş nasıl bir tasnif yapıyor bilmiyorum ama ben komşularımızı köpek seven mahalleliler ve köpek sevmeyen mahalleliler diye ikiye ayırıyorum. İlk grupta bir iki kişi var ama ikinci kategoride bütün mahalle. Çünkü bu mahalleler artık çocukluğumuzun veya Yeşilçam’ın eski zaman filmlerindeki mahalleler değil.

Artık ona bisküvi verecek kadar Kocabaş’la dost olan kargo görevlisi arkadaşın getirdiği paketten, Başak Baysallı’nın yeni ve 2019 Muzaffer İzgü Çocuk Öykü Yarışması birincisi kitabı Tarlakuşu Mahallesi çıkıyor. Sağ olsun yayınevi kitabın hiçbir yerine Başak Baysallı hakkında biyografik bir bilgi koymamış. Siz de benim gibi yazarın kim olduğunu merak ederseniz “Google amca”ya müracaat etmek durumundasınız. Kitabın içindeki sekiz hikâyeye eşlik eden sekiz desenin kime ait olduğunu öğrenmek isterseniz maalesef tahminlerde bulunmak zorundasınız. Anlaşılan resimler ya basım aşamasında kendiliğinden peyda olmuş yahut o desenleri de belki Başak Baysallı kendisi çizmiş. Yayınevinde bu bilgiyi kendine saklayan kişiden başka bunu kim bilebilir, ben de bilemiyorum.

Kitapta sekiz hikâye var. Bu sekiz hikâyenin de anlatıcıları farklı. Aynı mahallede aşağı yukarı aynı olayları bir o mahalleliden bir bu mahalleliden dinlemek gerçekten keyifli. Doğrusu Başak Baysallı kitabına buluş değeri olan bir perspektif çokluğu katarak birbirinden bağımsız sekiz hikâyeyi birbirine bağlamayı başarmış.

Mahalleyi ve başlıca mahalleliyi derslerinden çok geçim derdiyle meşgul kâğıt toplayıcısı Çetin’in gözünden tanıyoruz. Sonra sırasıyla ev kızı Zeynep, Tatlı Badem Kahvehanesi’nin çaycısı Şair Ferdi, zengin muhitlerdeki evlere temizliğe giden Balerin Selvi, bir tek kitap okumaya üşenmeyen Üşendim Gülşen, nedense bir ismi olmayan ama aylaklığın ciddi bir müessese olduğunu savunan Aylak Bey, mahalleye yeni taşınan reklam metin yazarı Burçin Hanım ve kızı Pırıl, mahallenin üniversite öğrencisi bir amatör tiyatrocu ile mahallenin bilge Deli’si diğer hikâyelerin kahramanı ve anlatıcısı oluyorlar.

Tarlakuşu Mahallesi tonton bakkalı Hasan Amca’sı, gönlü zengin kahvecisi Süleyman Usta’sı, huzursuz Nimet Abla’sı, koltukçu Yorgo Usta’sı, Çetin’in kader arkadaşı Karabaş’ı ve kahvenin kedisi Letafet’i ile hakikaten eski zaman filmlerinden fırlamış bir mahalle. Aynı o eski Yeşilçam filmlerindeki gibi mahalleliyi korkutarak eski evlerini alıp yerine büyük apartmanlar dikmek isteyen takım elbiseli karanlık adamlar da mevcut. Onların mutluluklarına, acılarına, kaygılarına, hayallerine, dertlerine, sevgilerine şahitlik ediyoruz. Ama yine de bu hikâyeler bundan ötesine gidemiyor. Bu nedenle de bakkalından kahvecisine, temizlikçi kadından delisine mahallede karşımıza çıkan bütün kahramanlar birer karaktere dönüşmüyor ve sadece tip olarak kalıyorlar. Kısacası Başak Baysallı buluş değeri olan çoklu perspektife dayalı kurgusuna rağmen elindeki hikâyelerin hammaddesini çok da işlemiyor.

Bu genel eleştirilere bir de son dönem yazarlarımızın ve çevirmenlerimizin devrik cümle kurma saplatılarının yarattığı okuma zorluğu eklenebilir. Belki gündelik konuşmada bolca devrik cümle kuruyoruz ama Türkçe bir yazı dili olarak bu kadar çok devrik cümleyi kaldırmıyor. En azından bir okur olarak bendeniz öyle düşünüyorum. Devrik cümleler, hele böyle birbiri peşi sıra kullanıldığında okumayı çetrefilleştiriyor. Son zamanlarda Türkçe edebiyat okuduğunda kendini dayak yemiş gibi hisseden bütün okurlar ne demek istediğimi iyi anlayacaklardır. Devrik cümle bir iki sayfada bir karşımıza çıktığında anlatımı zenginleştirebilir. Ama bir sayfadaki dokuz cümlenin on tanesi devrik ise iş değişir. “Seni seviyorum,” demek yerine “Seviyorum seni,” dediğinizde daha şiirsel ve edebi bir cümle kurmuş olmuyorsunuz, hatta bu cümlenin önünde ve ardında yine birer devrik cümle varsa basbayağı okurun kulağını tırmalıyor ve okuma keyfini dinamitliyorsunuz.

Bir hikâye anlatmayı bu kadar ustalık ister hâle getiren de zaten anlattığınız içerik kadar o içeriği dile getiriş tarzınız, yani üslubunuz oluyor. Bu nedenle yazarlık aslında basbayağı bir zanaatkârlık. Çünkü anlatacağınız hikâyeye en uygun kelime ve cümleleri elinizde bir zımparayla günlerce, aylarca, belki yıllarca zımparalayarak üslubunuzun talaşını almanızı ve onu pürüssüz kılmanızı gerektiriyor.

Bütün bu şikâyetlerime bakmayın. Başak Baysallı’nın hikâyeleri bir oturuşta su gibi okunuyor. Ben sadece potansiyeli olan bu hikâyelerin potansiyelini gerçekleştiremediğini, hatta potansiyelinin çok altında kaldığını düşündüğüm için bu eleştirilerimi sıraladım. Çünkü yazarlar gibi okurlar da her zaman daha iyisini hedefler, arzular ve hayal ederler.

Gün bitiyor. Kocabaş, Zeynep’e ters ters bakıyor. Boş sokağa bakarak mahalleliyi düşünüyorum. Eski Türk filmlerindeki müşfik ve dost canlısı mahallelileri geçtim, aslında kendi hâlindeki bu köpeklerden rahatsız olmayıp sokak hayvanları için koyduğumuz su ve mama kaplarını devirmeyen mahallelilere bile hasretiz.

Tarlakuşu Mahallesi
Başak Baysallı
Editör: Biray Üstüner
Bilgi Yayınları, 84 sayfa

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Show More