İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Kasaba: Hayalin Hayat Hali

Önce adı değiştirildi köylerin, mahalle edildi, sonra da köylülüğün kendisi. Kasabalarsa, hâlâ bildiğiniz gibi, şehirle köy arasında kalmış ebedi ergen: Tek caddeli, kirasız, geceleri içinden otobüsler geçen, ne biri ne öteki olan…

Yazan: Alev Karakartal

Okul piyesinde kendisine verilen küçük rolle yetinmeyip sahnede rol çalan Ayça; bir kadın ailesinin dik başlı ergeni Duru; hep çok meşgul ebeveynlerini anlama mesaisi yaparken, farkına vara vara büyüyen Demir; beklenmedik bir anda hayatına giren masalcı Mukadder Teyze’yle sardunya kırmızısı, dut kurusu ve iğde kadifesinin seslerine kulak kabartmayı öğrenen Gülin; kısacık boyuyla bir kavgalı bir barışık, geleceğin mühendis hanımı Şerife; çocukluğuyla vedalaşan Mustafa; evdeki yalnızlık büyümesin diye erken büyümek zorunda kalan, Ba’nın kızı Nisan; gelinini kaybeden çocuk damattan Şık Makas Dikimevi’nin gamzeli, dağınık terzisine güle oynaya yol alan Tahir; “komşu terörü” yüzünden eve kapanmak zorunda kalıp kendi sahnelerini yaratan Özge, Ece, Ege ve Emre…

Büyükşehirlerde henüz hayatlarının başındayken nostalji yaşamak zorunda kalan; yalnızlaşmış yaşıtlarının aksine ağır, uzun gün ve gecelerin hüküm sürdüğü küçük köy ve kasabalarda yaşayan; alışılmışın verdiği güvenle başka türlü bir şeyin peşine düşmenin heyecanı arasında yolunu bir bulup bir kaybeden küçük oğlan ve kızların hikâyeleri var masada, Gürsen Özen’in Lokumlu Masa’sında…

“….Yazmalar, yemeniler, tülbentler çoktu evde. Desen desen, renk renk oyalı yazmalar… Oyaların adları da birbirinden güzeldi: Elti eltiye küstü, Türkan Şorap kirpiği, deli dut, gelin tacı..”

“…. Aklına sandıklı divanda çoktan unuttuğunu kumaşlar geldi…Dikiş makinesinin başına geçti, tıkı tıkı dikti… Sonra da ‘otur, lastiği sen geçir’, dedi kızına. Eline çengelliiğneye takılmış lastiği tutuşturdu.”

Günışığı Kitaplığı’ndan çıkan öykü kitabında, büyük kentleri 30-35 yıl öncesinden takip eden evleri ve hayatları şimdinin tribünden izlerken, mahalle bakkallarında bisküvi arası lokum, iğde bulunan, esnafın dükkana gelen çocuklara akide şekeri ikram ettiği, önden fermuarlı, saç örgülü mavi hırka giyen çocukların yaşadığı, komşuluk, akrabalık ilişkilerinin hâlâ, belki fazla sıkı yaşandığı, kişisel ama bir o kadar da ortak mazisini hatırlamayan “orta direk” Türkiyeli bir aile var mıdır acaba?

“Büyük salon tıklım tıklım doluydu. Teyzelerin ellerini öpe öpe dolaştık. Bunu iyi öğrenmiştik. Benim kedili tişörtüm, Yılmaz’ın papyonu övgü şampiyonuydu. Sonunda uslu uslu, annemizin yanına oturduk. Annem bizimle gurur duyuyordu, belli.”

Yayınevi, kitabın yazarı Gürsen Özen’i, “Seke Seke Uçtu Öyküler adlı kitabıyla tanınan Özen, uzun yıllar sürdürdüğü edebiyat öğretmenliğinden süzdüğü birikimini öykü öykü dokumaya devam ediyor. Çocuk dünyasının umutlarını, neşesini, kırgınlık ve hüzünlerini doğa ve insan sevgisiyle bir araya getiren dokuz öykü, yaşamın ince ayrıntılarıyla dolu” diye tanıtıyor.

Tanıtımlar (çoğu kez) yanıltıcı olabilir ama Özen için bunu söylemek zor. Belli ki iyi bildiği Ege yöresinin köy ve kasabalarından topladığı ilhamın yanına, ihtimal kendi çocukluk anılarını da katarak kaleme aldığı öyküleriyle kurguya bir yaklaşıp bir uzaklaşarak, iki arada bir derede kalmış bir ülkenin çocukluk hâlini raptiyeliyor mantar panosuna.

Bazen -hatta çoğu kez- boz ağırlıklı da olsa kendine has renklerle bezenmiş, cıvıltılar ve iç çekişlerle dolu dokuz öykünün başrollerinde çocuklar var doğallıkla Lokumlu Masa’nın. Ancak, “anayurdundan” uzaklaşalı epey olmuş bir başkasının, bir yetişkinin gözünden -ve ağzından- anlatılan, belki o yüzden duygu ve düşüncelerinin ziyadesiyle farkında ve bunları bir yetişkin gibi ifade etme kapasitesine sahip, bilen, bilmese de arayan çocuklar bunlar… Mutlu aşklardan roman çıkmaz derler, çocuk gibi
çocukların da hikâyesi olmuyor mudur?

Ama kadınlar, işte onlar -ne yazık ki- onlar gerçek! Sadece bir iki öyküde şöyle bir görünüp çıkan, birinde ise yokluğuyla var olan babaların aksine, hep oradalar: Kariyer sahibi olsalar bile mutfaktan çık(a)mayan, evin ve çocukların sorumluluğu ve yükünü omuzlayan, yetmezse hafta sonları gittikleri kurslarda öğrendikleri el işleriyle evlerini “süsleyen”, çok yorgun, bazen öfkeli ama hep cefakâr, hep fedakâr, çocuklarından çok daha fazla sıkışmış annelerin hikâyeleri tıpkı Ayça gibi çocukların öyküsünden rol çalıp dururken, küçük okurlar bunu fark edebilecekler mi? Tanıdık geldiği için daha “konforlu” bir okuma mı sunacak Lokumlu Masa onlara? “Seslere, renklere, duruşlara anlam katarak sessizleri ve sessizlikleri okumak” misal, alt metinleri çağıracak mı onlar için?

Önce adı değiştirildi köylerin, mahalle edildi, sonra da köylülüğün kendisi. Kasabalarsa, hâlâ bildiğiniz gibi, şehirle köy arasında kalmış ebedi ergen: Tek caddeli, kirasız, geceleri içinden otobüsler geçen, ne biri ne öteki olan… Kalbi büyük, ruhu zengin çocukların, öykülerdeki kadar farkında olmasalar da uzak ufuklara doğru diktikleri gözlerindeki umut değişmedi ama. Anlaşılan yazarımızın gözünde bir de kimlikleri, meslekleri, yaşadıkları yer ne olursa olsun kadınların gittikleri yol hâlâ çakıllı; bir arpa boyu…

Belki bir gün Özen’in kaleminden “Yolda Tek Başına’nın Mustafa”sı için öngördüğü yola annelerini de yoldaş kıldığı hikâyeler okuruz. Öykülerdeki kız çocuklarının değiştireceği bir dünyaya iman tazelemek, “okusa da değişmeyecek kader”in tekerine çomak sokabilmek zira, ancak böyle mümkün:

“Güneş son ışıklarıyla güne veda ederken, pencerenin kıyısından görünen denizi ve son pırıltıları izledi. Şimdi yeni ufuklara yelken açma zamanı gelmişti. Elindeki gemi maketlerine bir daha baktı. Bu gemiye sadece yelken değil, kanat da gerekliydi, kendisini güzel geleceklere uçurabilmesi için…”

Lokumlu Masa
Gürsen Özen
Editör: Müren Beykan
Günışığı Kitaplığı, 144 sayfa

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Show More