İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Kayıp bir defterin sınadığı dostluklar

Herkesin bir anda olağan şüpheliye dönüştüğü bir sınıfta, kahramanlarımız aslında ancak birbirlerine güvenebilirlerse bu sıkıntılı durumu aşabileceklerini anlıyorlar.

Yazan: Gökhan Yavuz Demir

Bahçeye gömdüğü kemiğini bulamayan Kocabaş için de dibi kazılıp kökleri kemirilmiş gülle karşılaşan benim için de tek bir olağan şüpheli var: Zeynep. Bütün dostlar gibi, biz de işler yolunda giderken ve her şey olağanken birbirimizden ve birbirimize sarsılmaz güvenimizden hiç kuşkulanmıyoruz. Fakat bir şeyler ters gittiğinde, istemediğimiz sonuçlarla karşılaştığımızda suçlayıcı bakışlarımız evvelâ birbirimiz üzerine yöneliyor. Çünkü ortada bir kabahat varsa, bir de kabahatliye ihtiyaç duyulması kaçınılmaz. Peki ama ya hiçbir şey göründüğü gibi değilse, yahut göründüğünden daha da karmaşıksa? Hatta suçluyu işaret eden bütün göstergeleri doğru okuduğundan bu denli emin olmanın kendisi asıl problemse? Neden suçlamanın cazibesine kendimizi bu kadar kolay kaptırıyoruz?

Gülsevin Kıral’ın, kargodan çıkan Kayıp Defter’i de neredeyse polisiye tadında bir kurguyla anlattığı okul hikâyesinde, bizi bu sorular üzerine düşünmeye zorluyor. 6-A sınıfında her şey olağan akışında giderken, matematik öğretmeni Titiz Filiz not defterini kaybettiğini fark ediyor. Defterin sınıftan biri tarafından alındığına o kadar emin ki öğrencilerini, bütün bir sınıfın karnesine matematiği zayıf düşürmekle tehdit ediyor. Oysa yaz tatilleri için farklı farklı hayaller kuran çocukların en son duymak isteyecekleri şey, kayıp bir defter yüzünden karnelerine matematiğin zayıf gelmesi. Bu nedenle defteri bulmaları şart. Fakat defter ortaya çıkmadıkça birbirleri hakkındaki şüpheleri giderek artıyor. Böylece Ceren, Ela, Demir, Memo, Ali, Elvan ve Engin’in müşterek hikâyeleri de başlamış oluyor.

Gülsevin Kıral hikâyesini çoklu bir perspektiften, daha doğru bir ifadeyle farklı anlatıcıların ağzından ve gözünden aktarmayı tercih ediyor. Dolayısıyla biz olayların gelişimini kâh Ceren’in kâh Memo’nun kâh Engin’in anlattıklarından öğrenip takip ediyoruz. Sürpriz bir anlatıcıysa okulun yakınlarındaki eski bir evin bahçesi. Hiç kuşkusuz bu bahçe-anlatıcı Gülsevin Kıral’ın yaratıcı bir buluşu. Bu sayede suçun ve suçlunun kim olduğundan emin bir şekilde insanların en yakınlarını bile zan altında bırakmalarının, aslında ne kadar ilkel, vahşi ve zalimce olduğu gerçeği, şimdi yaşananların geçmişteki bir olayla örtüşmesiyle çok daha görünür kılınıyor.

Herkesin suçladığı birini suçlamanın ne kadar kolay olduğunu Ali’den şüphelenirken fark etmeyen Ceren; ne zaman ki kendi grubu tarafından dışarıda bırakıldığını hissediyor, ancak o vakit bütün bir sınıfın karşısına dikilip Ali’nin yanında durabiliyor. Çocukların tek tek hepsinden öğretmenleri Titiz Filiz’e kadar bütün kahramanlarımız, asıl suçun, ince eleyip sıkı dokumadan masum birini sırf muhayyel şüphelere dayanarak suçlamak olduğunu öğreniyorlar. Ve muhtemelen, masum birine suçlu denildiğinde susarak sessiz kalan herkesin de suçlu olduğunu tecrübe ediyorlar.

Herkesin bir anda olağan şüpheliye dönüştüğü bir sınıfta, kahramanlarımız aslında ancak birbirlerine güvenebilirlerse bu sıkıntılı durumu aşabileceklerini anlıyorlar. Bu anlamda dostlukları ilk defa sınanıyor. 

Gündelik hayatta altını doldurmaya çok da ihtiyaç duymaksızın bol keseden kullandığımız ve bir nevi kullanım enflasyonundan ötürü anlamına değer kaybettirdiğimiz “dostluk,” aslında böyle çetin sınavlarda sınanmadığı müddetçe hakiki bir dostluk değildir. Ancak kendi tarihi içinde sınanmış ve bütün o sınamalardan yüzünün akıyla çıkmış ilişkilere gönül rahatlığıyla dostluk denebilir. 

Kelimenin gerçek anlamıyla dostlar, bu sebeple işler sarpa sardığında, aksilikler baş gösterdiğinde ve hayatın olağan akışı kesintiye uğradığında asla birbirlerini suçlamazlar yahut içlerinden birini günah keçisi yapmazlar.

Ortada kayıp bir defter varsa, düz mantık, o defteri ortadan kaybeden bir suçlunun da olması gerektiğini dayatır. Fakat hayat asla düz mantıkla tüketilemeyecek kadar coşkundur. Kayıp defterin hikâyesi de bunun en açık ispatıdır. Bazen bir defter sadece çantadan cüzdan çıkarılırken bir fırında düşürülebilir bazen de bahçede bir ağacın altında oturup geçmişin tatlı hatıralarına dalıp gitmişken kaybedilebilir. Bütün olağan şüphelilere rağmen, çoğu kez ortalığı karıştırıp her şeyi alt üst eden, hayatın kendi işleyiş düzenidir. Böyle durumlarda insan ne kadar şüphelenirse şüphelensin kimseyi suçlamamalı ve sakince yağmurun dinmesini veya tozun çökmesini beklemelidir. Bunun yegâne yolu da kendi perspektifine mahkûm olan insanın, kendi perspektifiyle yetinmeyip, dostlarının açısından da olaya bakmayı öğrenmektir. İşte edebiyat bunun için var!

Edebiyatın ders vermeden, mesajlarını gözümüze sokmadan, sadece iyi hikâyeler anlatarak bizim sefil dünyamızı zenginleştirmek gibi bir erdemi olduğu için biz okurlar çok şanslıyız. Bu sayede hem sıkılmıyor ve iyi vakit geçiriyoruz hem de hayatın böyle tatsız sürprizlerine karşı önceden hazırlıklı olabiliyoruz. Bu mânâda Gülsevin Kıral, Kayıp Defter’de edebiyatın en temel fonksiyonlarını gayet yerine getiren iyi bir hikâye anlatmayı başarıyor.  

Elbette içinde merak duygusu uyandıran, masumane üç kâğıtların olduğu, duygusal, yalın hikâyeler okuyunca insanın keyfi yerine geliyor. O kadar ki gülü unutup hem Kocabaş’a hem de olağan şüpheli Zeynep’e yeni birer kemik veriyorum.

 

 

Kayıp Defter
Gülsevin Kıral
Editör: Müren Beykan
Günışığı Kitaplığı, 124 sayfa
Show More