İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Dünyayı daha iyi görebilmek için çocuğum

Sanatçılar ve çocukların ortak noktası bu belki de; görüyor, duyuyor ve biliyorlar…

Yazan: Adnan Saracoğlu

Sınırlayan, geçit vermeyen, bencilliği kışkırtan duvarlar… Ya da birbirinden farklı taşlarının arasından yaban otlarının fışkırdığı, oyuklarında binbir böceğin telaş ettiği, tırmanma yarışlarının gözdesi ve de üzerinde sallanan çocuk bacaklarının yoldaşı duvarlar. Duvar aynı duvar ama bakana, işlev katana, anlamına omuz verene, koltuk çıkana göre başkalaşıp duran da aynı duvar.

Hayatımızdan hızla çıkmasına, anlam ve işlevinin kabalaşmasına göz yummayıp duvara  güzelleme kıvamında bir kitap yazan ve yazdıklarına çocuk bakışının çeşnisini katan, üstelik bu çeşniyi de resim sanatının berisine koyan Seda Öğretir, aynıyı ve gayrıyı tek ipte oynatıyor.

Kahramanımız Alya, yetişkin aklıyla oynamaya niyetlenmiş bir kere, okuru daha ilk satırlarda yanına alıyor böylelikle. Okurken, çocuğumuzla kurduğumuz iletişimde her adımda kaç çuvallama yaşadığımızı hatırlıyor, gülüp duruyoruz kendimize. Varlığını psikozla eşitlemeyen yetişkin, çocukluğunu da feda etmediği için Alya’ya tezahürat etmeye başlıyor: Çok mu zor ha, çok mu zor! Yediğine, içtiğine, tırmandığına, düştüğüne, kalktığına, geldiğine, gittiğine karışmasa, o kadar karışmasa en azından… Tamam sizin alınıza, morunuza inandık amenna; ama bizim çocukluğumuzu bozmayınız!

Gereklilik kipini yangında ilk unutulacaklar arasına iteleyip Alya ile duvarı paylaşıyoruz. Ressamı perdesiz camından izleyip, düşlere düşüncelere dalan; ama karıncanın, salyangozun hatırını sormayı unutmadan çıkan Alya en iyi arkadaşımız. Yaşasın karınca olmak, yaşasın salyangoz olmak, yaşasın Alya olmak!

Güzellik ve çirkinlik üzerine kendisiyle giriştiği beyin fırtınasından bir nebze yaralı çıkıyor Alya. Güzel nedir, çirkin nedir gibi estetiği ilgilendiren soruların çocuk kitabının merkezinde olması öyle yerinde ki… “Ben” dediği iki yaşından, kemale erdiği (ah kimselerin vakti yok durup kemale ermeye) demlere dek sürdüreceği kavgasında, kişi kendisini çirkin bulsa bir dert, güzel bulsa başka bir dert. Çirkin ve güzelin altını oyup serabı dağıtmak ve “ben” ile barışmakla çözülüyor bu çetrefil dava.

Naftalin kokulu sözcükler, deyimler dans ediyor satırlarda. Yazar mantıklı bir gerekçeyle anneanne ile ilişkilendiriyor bu sözcük ve deyimleri.

Ressamın perdesi yok ama Alya’nın baktığı yere göre havalı bir sır perdesi var: O da ne; fırçalarıyla mı konuşuyor, şimdi de boya mı yüklüyor, tuvale neler konduruyor? Ressam, resim, estetik derken içe ve dışa bakışlardan oluşan somut anlamını çok çok aşan perspektif sorununa eğiliyor kitap. Anne ve baba seslendirilirken, karıncaya, salyangoza bakılırken, ormanda telaş içinde koştururken, vahşi kurt anne kurda dönüşürken hep o perspektife yaslanıyoruz. Ressam resme, dışarıda gördüklerini mi konduruyor? Anlam ve örgü içeride kurulmuyor mu?

Bölümlendirmede yerinde bir matematik var âdeta. Kısa ve çarpıcı bölümlerle, kolayca giriyoruz kitaba, ısınıyoruz Alya’ya, dalgamızı geçiyoruz yetişkinlerle. Sonra bölümler iyice uzuyor, daha detaylı, daha sakin… daha oyunsuz olmasaydı keşke!

Kokuları renklendirmek, hisleri tuvale dökmek, iç dünya ile dış dünyayı birleştirmek etrafında dönerken yazarın en önemli başarısını da atlamayayım: Kaşarlı tost yerken dilini yakan Alya, okurun da aynı hissi yaşamasını sağlıyor. Cümledeki detaylarla beynin uyuşukluğu deliniyor; akasya çiçeğini yediğini söyleyen Ezgi sayesinde çiçeğin ortasındaki tat bombası bal çubuğunu emer gibi oluyor; başkasıyla kıyaslandığında öfkesi arşı alaya çıkan Alya ile bir koşu çocukluğunuza dönüyorsunuz. Hikâye anlatma sanatının bilimsel temelleri bir kez daha sınanmış oluyor; bir sözcük asla bir sözcük değildir!

Her kitapta heybesi genişleyip derinleşen Öykü Akarca, Gizemli Duvar’da imgelerin etrafını düşsel renklerle boyuyor. Çoğunlukla başarılıyken, kimi yerde renk uyumunu yitiriyor gibi. Alya’nın güzel-çirkin takıntısını imleyen aynanın etrafındaki alevlenmiş sarı ve kırmızı, yine Alya’nın anne kurtla karşılıklı bakıştığı sayfadaki tonlar çok güçlüyken, Alya’nın Ezgi’ye sırrını verdiği sayfadaki kahverengi-yeşil tonlar çarpıcı olmaktan uzaklaşıp resmi boğuyor. Kitapta tepeden tırnağa olumlu anlamlara bulanmış duvarın üstündeki karalık, ona yaşanmışlıktan çok, tehlike ve çirkinlik yüklüyor. Elbette bunlar ve yukarıda yazılanların tümü benim bakışım, duyuşum, görüşüm…

Gelelim kitabın kurgu dışına göz kırptığı işlevsel, eğitsel tercihe: Alya, ressam Mihri Hanım ile tanıştığında, hem isim annesi büyük ressamımız Mihri Müşfik Hanım ile hem de Frida Kahlo ile kesişiyor yollarımız. Meksika’nın güneşi Frida ile buraların güneşi Mihri Müşfik Hanım belki de bambaşka dünyalara açtıkları gözlerle çok benzer şeyler gördüler ama anlam dünyalarının, formasyonlarının ve anlatım biçimlerinin farklılığı onları çok ayrı figürler olarak görmemizi sağladı.

Sanatçılar ve çocukların ortak noktası bu belki de; görüyor, duyuyor ve biliyorlar.

 

 

 

Alya’nın Dünyası – Gizemli Duvar
Seda Öğretir
Resimleyen: Öykü Akarca
Editör: Hülya Şat
Altın Kitaplar, 80 sayfa
Show More