İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Yapay zekânın benlik kazanma serüveni

Hikmet, beş yıl edebiyat öğretmeni olarak atanmayı beklemiş ama sıra ona bir türlü gelmemiş. Ülkedeki pek çok plansızlık gibi, üniversiteden mezun olan insanlar da eğitimini aldıkları alanlarda iş bulamıyor.

Yazan: Deniz Poyraz

Şans denilen bilinmez mucize bazen bir kuşun kanadına bazen bir rakamın arkasına bazen bir biblonun hamuruna saklanır. Bazen ince bir zincire takılmış yıldızda, kalpte ya da pembe minik bir taşta bazen de dört yapraklı yoncada, aynalı süpürgede, fil biblosunda, at nalında gizlenir. Kimileri şansa inanmasa da pek çok insan bu sihirli işaretleri takip etmeyi, bunlarda saklı manalar bulmayı sever. Günlük yaşamı sürdürmek için gereken iradeyi, hayali bir üst akla teslim etmek çoğu zaman keyifli ve rahatlatıcı gelir.

Miyase Sertbarut’un son romanı Asistanın İsyanı, yazar olma hayalleri kuran, atanamamış bir edebiyat öğretmeni olan Hikmet’in hikâyesini anlatıyor; Hikmet’in, anneannesinin teşvikiyle açtığı bir kafede kendisine yeni bir yaşam inşa etme macerasını… Dükkânın girişine büyük mavi harflerle yazılan iki kelime var: ŞANS KAFESİ. İsmi Hikmet’in talihsiz sayılabilecek yaşantısıyla tezat bu küçücük yerde sadece sekiz masa var ve çoğu iki kişilik.

Türk Dili ve Edebiyatı mezunu olan Hikmet, kendini “kafeste” hissediyor. Kafeyi geç saatlere kadar açık tutamayacağı malum. Çünkü Hikmet’in geceleri başka meşguliyetleri var. Laf aramızda, Hikmet henüz kitabı yayımlanmamış bir yazar. Roman yazıyor Hikmet. Yazdıkça da kendi varoluşuyla ilgili sorulara cevaplar arıyor.

O hâlde “Gerçek Hikmet” kim? Şans Kafesi’nin patronu mu, garsonu mu, atanamamış bir öğretmen mi, anneannesinin şımarttığı bir torun mu? Ya da hâlâ umut kesmeden yazmaya devam eden bir romancı mı? İçindeki cevheri parlatmaya çalışan bir yazar? İşte bu son seçeneğe yeşil bir tik!

Hikmet, beş yıl edebiyat öğretmeni olarak atanmayı beklemiş ama sıra ona bir türlü gelmemiş. Ülkedeki pek çok plansızlık gibi, üniversiteden mezun olan insanlar da eğitimini aldıkları alanlarda iş bulamıyor. Maliye okuyan biri kurye oluyor, psikoloji okuyan turist rehberi oluyor, mimarlık eğitimi almış bir başkası taksi şoförlüğü yapıyor. Hikmet beş yıl boyunca başka bir şey olmamak için direnmiş; fakat yaşantısı onu git gide umutsuz bir kıyaya sürüklemiş.

Yine de devamlı hayaller kurmayı ihmal etmiyor Hikmet… Eğer lisede öğretmen olsaydı, çocuklardan önce sınıfa girerdi. Yere atılmış kâğıtları toplayıp çöpe atardı. Askıdan düşmüş bir hırkayı yerine asardı. Ağzı açık kalmış bir okul çantasının fermuarını kapatırdı. Öğrenciler içeriye girmeden sınıfı oksijene boğardı. Perdelerin yıkanma zamanı gelmiş mi diye kontrol ederdi. Pencereyi açmışken okul bahçesine bakıp kendi çocukluğundan bir parçanın da oralarda bir yerde olduğunu düşünürdü.

Fakat şimdi yeni bir sorumluluğun altına girmişti. Şans Kafesi’ni ayakta tutmak zorundaydı. Kafeyi hemen yan sokaktaki lisenin öğrencileri için cazip bir yer hâline getirmeliydi. Öyle ya, yeni açılmış ve pek de iddialı olmayan bir mekânı ayakta tutmak kolay olmamalı. Fakat Hikmet’in şansı, Funda ve Özge. Bu iki yakın arkadaş, Şans Kafesi’ni keşfediyor ve Hikmet’e kafedeki kahveler için “bedava danışmanlık” yapmayı öneriyorlar. Öncelikle, ilk iş mekânla özdeşleşecek bir ürün sunabilmek. Tıpkı Funda’nın dediği gibi: “Aromalı herhangi bir şey seçmelisiniz, ben buradayım demeli ve sadece sizin mekânda olmalı.”

Bunca sorumluluğun altında çaresiz hisseden ve bir yandan yazarlığı da sürdürmek isteyen Hikmet’in aklına bir fikir geliyor. Yapay zekâ konusuna ilgi duyan arkadaşı Yunus, acaba kendisine “yazar asistanı” bir yapay zekâ programı yollayabilir mi? Hikmet’e asistanlık edecek, ortak metinler üretebilecek, çok kitap okumuş dijital asistan? Çünkü aklındaki bölük pörçük konular çabucak kitaba dönüşsün istiyor Hikmet. Yazmak yorucu bir eylem. Hele ki bir yılda tamamlayabildiği son romanının hiçbir yayınevi tarafından kabul edilmediği düşünülürse.

Yunus, eski dostu Hikmet’in ricasını geri çevirmiyor ve ilgili programın şifresini yolluyor. Bununla birlikte Hikmet’in bilgisayarının ekranında animasyon tekniğiyle oluşturulmuş oldukça gerçekçi bir yüz beliriyor. Hatta bir ismi bile var: Sera Gold! İşte bu tam da Hikmet’in aradığı şey. Sera’nın yapabildiklerini görünce Hikmet kendini bir rüyada, sanki sihirli bir lambanın ciniyle karşı karşıya gibi hissetmeye başlıyor. Fakat bu yöntemle bir roman yazmak, Hikmet’in iyi bir yazar olduğu anlamına gelir mi? Kendisini ve diğer insanları kandırsa bile böyle bir roman yazmış olan makinenin zekâsını alt edebilir mi? Velhasıl, kitabı kim yazmış olursa olsun kitabın kapağında kendi adı olacak; ne olsa hiçbir yayınevi dijital bir asistanla, bir yapay zekâyla sözleşme imzalamaz, diye düşünüyor. Hepimizin bildiği gibi, kitap fuarlarında, imza günlerinde okurların gerçek bir insana kitap imzalatması gerekiyor. Çay-kahve içebilen, okurlarla fotoğraf çektirebilen, çantasından kalem çıkartabilen gerçek bir insana…

Ancak Hikmet’in hesaba katmadığı bir şey var. Sera’nın “benlik” kazanma ihtimali. Bir yapay zekânın da duygularının, arzularının, ihtiraslarının olabileceği gerçeği. Başta sıradan bir dijital asistan olan Sera Gold’un dönüşümü, kendi mutluluğunun peşine düşen bir yapay zekânın, insanlara hizmet etmeyi bırakma hikâyesi olarak da okunabilir. Asistanın İsyanı belki de bir yapay zekânın üst-kurmacasıdır, kim bilir?

 

 

Asistanın İsyanı
Miyase Sertbarut
Editör: Burhan Düzçay
Tudem Yayınları, 184 sayfa
Show More