İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Bir Bavul Dolusu Hikâye

Kitabın içinde, üç üst başlık altında yirmi beş hikâye var. İnsan bu yirmi beş hikâyenin de aynı yazarın kaleminden çıktığına inanmakta zorlanıyor.

Yıllar içinde edindiğim eleştirmen kimliğim sebebiyle ister istemez çağdaş Türk edebiyatıyla da bir miktar meşgul oluyorum. Ucundan kıyısından okuduğum pek çok yazarın kendi sesine sahip olamadığına şahidim. Yüzlerce sayfanın arasında hangisinin Refik Halid’e, Çetin Altan’a, Attilâ İlhan’a, İhsan Oktay’a, Sezgin Kaymaz’a ait olduğunu şıp diye tanıyabileceğime bahse girerim. Ama çağdaşlarımın içinde hangisi, hangisidir çıkarmak benim için çok güç. Birbirlerine o kadar benziyorlar ki; o kadar aynı kelimeler, aynı benzetmeler, aynı hüzünler, aynı iç sıkıntılar arasında kayboluyorum. Daha en başında açık yüreklilikle sıraladığım bu hiç de sebepsiz olmayan önyargılarımla çokça okuru olan ve yedi de roman yazmış Nermin Yıldırım’ın hikâyelerinden mürekkep Bavula Sığmayan’ını okumaya başlıyorum.

Yine en baştan itiraf etmeliyim ki kafam çok karışıyor. Kitabın içinde, üç üst başlık altında yirmi beş hikâye var. İnsan bu yirmi beş hikâyenin de aynı yazarın kaleminden çıktığına inanmakta zorlanıyor. Tamam, bir yazar için hep aynı seviyede yazmak çok kolay değildir. Hemingway’den Stevenson’a pek çok büyük yazar yazdıkları her hikâyede daha evvel çıktıkları zirveye ulaşamamıştır. Bu çok normal. Fakat Nermin Yıldırım’ın son hikâye kitabındaki durum bundan biraz daha farklı sanki. Hani kitabı bitirdikten sonra insan, Nermin Yıldırım keşke bu hikâyelerin hepsini bavula sığdırmaya çalışmasaymış demekten kendini alamıyor.

“Aile Yalanları” üst başlığı altında yer alan “Baban Beni Aldatıyor,” “Verilmiş Sadaka” ve “Çıt” hikâyelerinde, yazarın düğümü çabuk çözmemize yardımcı olmasını saymazsak, okur çok tatlı bir mizahla ve Türkçeyle kaleme alınmış enfes bir “aile” hikâyesi içinde kendinden geçiyor. Hele her hikâyede yazar anlatıcıyı değiştirerek, aynı olayları bize farklı perspektiflerden göstermiyor mu! Belgin’in, Kamuran’ın ve Müzeyyen’in anlattıkları üzerinden geçip giden zamanın muhasebesi gayet insani kaygılarla tutuluyor. Bu da okur için kitabın geri kalanına dair müthiş iştah açıcı bir umut yaratıyor.

Fakat “Dolunay Kaçıkları” üst başlığı altında yer alan üç hikâye -“Bir Mahizer Zamanı,” “Dönmek” ve “Narin, Ben Geldim”- için aynı şeyleri söylemek mümkün değil. Yazar kitabın başında yükseldiği irtifayı çok hızlı kaybediyor. İlk bölümde ne kadar kendi sesini yakaladıysa, bu bölümde de bir o kadar o sesi duymaz oluyoruz. O hınzır mizah yerini klişelere ve zorlamalara bırakıyor. Elbette bir yazarın metnine dönemin toplumsal meseleleri sirayet eder. Fakat “Bir Mahizer Zamanı”nda ölüm orucundaki dayı ve LGBT bir torun, toplumsal meselelerin hikâyeye sirayet etmesinden ziyade hikâyeye (bavula) tıkıştırılmış gibi duruyorlar. “Narin, Ben Geldim”de ise yazar daha kendi yarattığı düğümleri tamamlamadan sabırsız davranıp bir bir okurları için çözüveriyor. Üstelik kadına şiddetle ilgili en yaygın klişeler de yine bu hikâyede üzerimize boca ediliyor. Narin’i döven Âdem’i yazar şöyle tasvir ediyor: “Koca kafalı, koca burunlu, at hırsızı kılıklı karanlık bir herifti.” Sanırsın eli ayağı düzgün, Brad Pitt kadar yakışıklı olanlar asla kadına şiddet uygulamaya meyletmez. Yazarın önyargıları olabilir ama bu önyargılarını bize dayatması hoş değil. Ertesi paragrafta bu “karanlık” Âdem’in neden şiddet eğilimli olduğunun analizi de geliyor: “Patronun yanında süt dökmüş kedi gibi durmasına rağmen, sabah akşam, çoğu kadın olan müşterilerin önünde fırça yemekten kurtulamazmış. Bozulurmuş tabii, bozulurmuş ama ekmek parası işte, sesini de çıkaramazmış. Mesaiyi bitirdikten sonra kendini sefalet borsasının tavan yaptığı leş bir meyhaneye atar, üç beş kadeh parlatmadan evinin yolunu bulamazmış. Eve girince de anasonla tamir ettiği gururunun içinden kuduz bir köpek çıkarır, zavallı Narin’in üzerine salarmış.” İşte sahici bir klişe!

“Kronos Aylakları” üst başlığı altında ise geriye kalan daha kısa on dokuz hikâye yer alıyor. Bu son bölümde de bilhassa “Saatler Neden Durur?”, “Bavula Sığmayan” ile “Elmalar ve Kurtları” yine kitabın başındaki kadar Nermin Yıldırım’ın kendi sesinin zirveye çıktığı keyifli hikâyeler. Ardından yine keskin bir düşüş. Sonra “Nihan’ın Söyleyecekleri” ve “Nihan’a Söyleyeceklerim” ile hızlı bir yükseliş. Kitabın geri kalanında ise tek tek hikâyeleri analiz etmeye yerim yetmez. Hepsinin ortak hususiyeti atılmadan çözülen düğümler. Burada beğendiğimi söylediğim hikâyelerini okumamış olsam yazarının Nermin Yıldırım değil de başka bir çağdaş yazar olduğunu sanabileceğim kadar kendi sesinden yoksun.

Thomas Wolfe ile Max Perkins’in müşterek çalışmalarının edebî sonuçlarını düşününce, yazar kadar çalıştığı editörün de önemi meydana çıkıyor. Belki de bu kitabın çıtasının altında kaldığı düşünülen hikâyeler bavulun dışında bırakılmalıydı. Belki de yazar o hikâyelerin üzerinde biraz daha çalışmalı ve hikâyeler iyice demlenmeliydi.

Nermin Yıldırım berrak ve akıcı bir Türkçeyle yazıyor. Bu sebeple de onu okumak keyifli. Hikâyelerinin bir derinliği yok fakat onlara güzelliklerini veren de bu basitlikleri zaten. Basit yazdığı zaman kendi sesini daha kolay buluyor. Fakat kısacık bir hikâyenin içinde karakterlerine zaman içinde çok hızlı ve sarsıntılı bir yolculuk yaptırdığında dört sayfalık bir hikâyenin içi metrobüs gibi tıklım tıklım oluyor ve o kalabalığın içinde öykü basit hikâyesini bize duyuramıyor.

Kısacası Bavula Sığmayan’ı hem sevdim hem sevemedim. Ama ilk fırsatta bir Nermin Yıldırım romanı okuyacağım.

Bavula Sığmayan
Nermin Yıldırım
Editör: Işıl Özgüner
Hep Kitap, 232 sayfa
Show More