İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Savaşla sınanan hayat

Ölümün bazen arkada kalanların küslükleri aşmasına vesile olduğu söylenir. Halid Halife kimi yerde okuru irkiltmek pahasına sadık kaldığı gerçekçi bakış açısıyla kardeşlere böyle bir barışma ve dönüşme imkânı sunmuyor.

Günlük hayatın akışındaki sıradan pek çok şey, ne yazık ki hep bir kayıp duygusuyla asıl anlamına kavuşur. Bir insanın, bir evin, bir işin, bir ülkenin bazen ne ifade ettiğini anlamak onlardan mahrum kaldığımız zamanlara denk gelir. Suriye’nin önde gelen çağdaş yazarlarından olan Halid Halife, Ölmek Zor İş (Al Mawt ‘Aamal Chaq) isimli romanında, bizzat ölümü anlam kaybına uğratan iç savaşın ortasında babasının cenazesini kaldırmaya çalışan Bülbül eşliğinde, bizi dertli bir coğrafyanın tarihinden evrensel bir hikâyeye doğru yolculuğa çıkarıyor.

Delidolu Yayınları tarafından, Mustafa İsmail Dönmez’in Arapça aslından yaptığı akıcı çeviriyle yayımlanan kitap, yazarın Türkçede aynı yayınevinden çıkan 2020 tarihli Bu Şehrin Mutfaklarında Bıçak Yok’tan sonraki ikinci kitabı. Bazı romanları yasaklanarak toplatılan Halid Halife, bütün baskılara karşın ülkesi Suriye’de yaşamaya ve üretmeye devam ediyor.

Ölmek Zor İş, ölüm döşeğindeki Abdullatif Salim’in, oğlu Bülbül’e köyü İnnabiye’ye gömülmeyi vasiyet etmesiyle açılıyor. Olağan şartlarda birkaç saatlik bir yol olan mesafe, yıllardır devam eden iç savaş dolayısıyla her köşesi ölüm ve zulümle dolu günler süren bir işkenceye dönüşüyor. Ve bu ödeşme girdabı başta abi Bülbül’le kardeşleri Hüseyin ve Fatma olmak üzere, bütün bir ülkeyi, giderek de okuru içine çekiyor.

YANILSAMA TUZAKLARI

Ölmek Zor İş’in başta ana kahramanı Bülbül olmak üzere pek çok karakteri, birbirinden farklı yapılarına karşın, anlatının bir yerinde “yanılsama” kavramı ile ödeşmeye giriyorlar. Yanılsama, yazar açısından besbelli modern zaman insanının kendini kandırmak için başvurduğu kandırmacaların ortak adı. Bülbül ve kız kardeşi Fatma, yürütebilecekleri bir evlilik olabileceği yanılsamasıyla yılları tüketirken, ailenin ahlak değerlerine isyan ederek yola çıkan Hüseyin ise bozuk para gibi harcandığı bir hayatı görece konfor unsurlarının yanılsamasıyla örtmeye çalışıyor.

En büyük yanılsamayı ise yaşanmamış aşklar oluşturuyor. Yazarın aşka başrolü verdiği bir bölümün güzelim alıntısıyla devam edelim: “Aşkı itiraf ânı, nehirde yüzen bir çiçek demeti görmek gibidir. Onu tam vaktinde yakalamak gerekir, yoksa nehir onu alıp götürür, uzun süre beklemez.” Bülbül, gençlik aşkı Lemya’yı tapılası bir tanrıça mertebesinden indiremez ve olası bir evlilikle genç kadının Hıristiyan ailesiyle bağını koparmaktan çekinirken, bu çiçek demetini tutamıyor bir türlü. Sadece Lemya ona inandığı için onun yanında geçici anlarda cesaretli olan biri o. En çok ve sadece o anlarda yaşadığını hissediyor.

Yine bu bölümde kırk yıl boyunca muhabbetle sevdiği eşini kaybeden ve onun yasını samimiyetle tutan Abdullatif’in de aslında Nevin isminde bir ilk aşkı olduğunu ve ona geç kaldığını öğreniyoruz. Abdullatif, oğlunun aksine, hem muhabbetli bir evliliği hem de yıllar sonra Nevin’le ikinci bir hayatı başarır. Ne var ki, evlatların “şehit” diye bir bir toprağa verildiği günlerde herkes hayatta da ölümde de yalnızdır artık. Mustafa İsmail Dönmez’in, yazarla Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan söyleşisinde Halife, bu genel kayıp hissini şöyle ifade etmiş: “Bu savaşta Suriye büyük bir yıkıma uğradı ve kaybeden herkes oldu. En büyük kaybı yaşayan da zafer elde ettiğini sanan rejim oldu. Hak ve adalet yerini bulmadan Suriye’de bir barıştan söz etmek olanaksız. Bu nedenle tüm kesimler kaybetti diyebiliriz. Romandaki karakterlerin de hepsi kaybetti.”

Ölümün bazen arkada kalanların küslükleri aşmasına vesile olduğu söylenir. Halid Halife kimi yerde okuru irkiltmek pahasına sadık kaldığı gerçekçi bakış açısıyla kardeşlere böyle bir barışma ve dönüşme imkânı sunmuyor. Bu noktada tanrı anlatıcı olarak karakterlerin hislerini bildirişini ve okura boşluk bırakmayışını yadırgamakla birlikte, yazarın gözlem ve tasvir yeteneğinin de hakkını vermek isterim.

CESET GİBİ HAYAT

Anlatının güçlü, hatta efsanevi kadın kahramanlarının başında ise doğrudan kitapta yer almayan, Abdullatif Salim’in kız kardeşi Leyla yer alıyor.  Leyla ailesi tarafından hiç sevmediği bir adamla zorla evlendirilişine isyan ederek, evlerinin çatısında üzerinde gelinlikle kendisini ateşe vermiş ve isyan dolu intiharıyla aşkı, özgürlüğü yüceltmiş bir genç kadın. Hikâyesi her ne kadar inkâr edilmeye ya da yalanlarla örtülmeye çalışılsa da o artık bir simge. Abi Abdullatif içinse zamanında gereken desteği vermediği için büyük bir suçluluk ve vicdan muhasebesi sebebi. Gel gelelim hayat gibi ölümün de bir adalet mekanizması var ve bu yaşlı adama sadece ortak bir mezar üzerinden bahşedilecek bir huzur yok.

Bu noktada kuşkusuz romanın en çarpıcı metaforlarının başında da Abdullatif Salim’in naaşı geliyor. Babalarına saygıyla yola çıkan kardeşler, karşılaştıkları insanüstü koşulların etkisiyle artık başlarından bir an önce savmak istedikleri bir “ceset”ten söz etmeye başlıyorlar. Bu ceset günler geçtikçe çürüyor ve kokuşuyor. Bir aşamada içinden çıkan kurtçuklar minibüsü kaplıyor. Gömemedikleri ve tanınmaz hâle gelen o ölü beden, kardeşler için bir anlamda hakkıyla yaşanamayan hayatın yükü.

Ve kuşkusuz bu roman edebi değerinin yanı sıra, yaklaşan seçimler dolayısıyla giderek daha da provokatif, ırkçı söylemlere maruz bırakılan Suriyeli göçmenleri kendi insan gerçeklikleri içerisinde görmek için de eşsiz bir fırsat sunuyor hepimize. Görmek isteyene elbette…

Ölmek Zor İş

Halid Halife

Türkçeleştiren: Mustafa İsmail Dönmez

Editör: Ayşegül Utku Günaydın

Delidolu Yayınları, 160 sayfa

Show More